Pazar, Aralık 10, 2006

rüya gördü. dün gece. korkarak uyandı. yalnızdı yatağında, yapayalnız. gerçekten bir rüya mıydı diye sordu durdu kendine. rüyaydı değil mi? kaybetmedim onu değil mi? diye sordu. ama çocukken bedeninin dışından kendine bakmayı başardığı o andaki gibi garipsedi durumunu. hani durmadan, konsantrasyonunu 100 de 100 sağlamışken, sorarsın ya kendine neyim ben? kimim ben? diye. sonrada cevap veremez ruhun buna. dışarı çıkıp gösterir sana: 'bu olabilirsin' der. ama sen işte tam o anda tüm evreni, varoluşunu garipsersin. ben? diye takılır kalır cümle dilinde. sonra unutmak için silip süpürürsün beynini. geriye garipsediğin benliğin, eski kılığında sana geri dönüverir. oysa yabancıdır sana, hepte yabancı kalacaktır.işte o bu anlardan öyle çok yaşamıştı ki -hangimiz yaşamayız ki?- bu rüyayı da onlardan biri sandı. benliğinden çok uzaktaki yarımının inanmadığını sandı. gittiğini. hem belki gerçekten gitmişti. asla bilemezdi.

anneannesinin evinin bulunduğu apartmanın en üst katında garip deneyler yapan biri vardı rüyasında. kendisi de bunu araştıran bir dedektifti-kısa bir süre için-. bu garip deneyler yapan adamı hiç görmesede icat ettiği bakteri insanın aklını bulandıran kurnaz bir şeydi. ve o da hastalığı kapmıştı. beyninde durmadan kendi olmadığına dair bir ileti yanıp sönüyordu. ve aniden anladı. eğer burdan arabaya kadar ki mesafeyi aşamazsa sonsuza kadar kaybolacak, kaybedecekti. yanında sevdiği adamın bedeni vardı. yüzünü göremiyordu. kafası bulanmıştı. durmadan ona beni götür burdan, gerçekten bu benim, diğeri değil. benim; gerçek ben benim diyordu. ve biliyordu eğer inanmazsa karşısında ki, korkar, çeker giderse kaybedecekti. çok heyecanlanmıştı. durmadan dil döküyordu ona, benim ve seni seviyorum, nolur götür beni burdan, nolur gidelim. haydi bir şey yok burda, gidelim. uzun süren yakarışlarında, durduğu nefes aldığı her an ; sevdiği adam tereddüt ediyordu. sonra sustu. eğer dedi devamlı böyle inandırmaya çalışacaksam kendimi, kaybedeyim. ama adam bir daha tereddüt etmeden koluna girdi, arabaya kadar son sürat gittiler, kapıyı açtı adam binmesi için yadım etti ona. bindikten sonra arabaya, karanlıkta ilk koltukları seçti gözü . arkasına tam dönüp sevdiği adama bakıcakken uyanıverdi.
orda mıydı? ona inanıp gerçekten arabaya onunla binmiş miydi? yoksa bakteriye kanıp ondan vazmıgeçmişti? asla bilemeyecekti.
uyumaya çalışıtı tekrar. yapamadı, çünkü aklındaki bakterileri kusması gerekiyordu.

Cumartesi, Aralık 09, 2006

sevgili seninle ben pergel gibiyiz:
iki başımız var, bir tek bedenimiz.
ne kadar dönersem döneyim çevrende:
er geç baş başa verecek değil miyiz?
ömer HAYYAM

sabah uyanmak istemiyordu. okuduğu kitabın etkisiyle mi yoksa gece gece içtiği kahvenin etkisiyle mi ne tüm gece uyayamamıştı. uykuya dalardalmazda rüya görmeye başlamıştı.
kahverengiydi içi rüyasında; eski dostlarının hepsi nefretle bakıyorlardı suratına. ikiyüzlüsün diye bağırıyorlardı. neden hep yalan söyledin bize diyorlardı, neden sürekli sakladın duygularını bizden de oynadın bize. cevap veremiyordu ilk. uzun süre sessizce bekledi. ama sonra bağırışlar artmaya başladı, suçlamalar çoğalmaya.. bu yüzden içindeki son iplikte koptu o da bağırmaya başladı. aynen şöyle dedi:
'sizin yüzünüzden! sizin egonuzdan! söyleyemedim içimdekileri çünkü istemezdiniz. oynadım size çünkü sizleri çok sevdim. duymak istemediğiniz belkide duymaya hazır olmadığınız şeyleri yüzünüze vurmak istemedim. sessiz kaldıkça azarlanmaya alışsam da artık bıktım bencilliğinizden. daima doğru davranan hep siz misiniz ki beni yargılıyorsunuz? geçmişimdesiniz artık ve size hesap vermeyeceğim. geleceğimede almayacağım çünkü hep vermek zorunda olmak istemiyorum..'
konuşma böyle sürüp gitti belki tam hatırlamıyordu. ama uyandığında asla söyleyemeyeceği sözleri suratlara - hayal de olsa- söylemiş olmanın verdiği pişmanlığı taşıyordu. ona göre değildi kalpleri bilerek kırmak kendini koruma uğruna, değildi işte. bu yüzden de hep yargılanacaktı işte.

kalktı. yatağına dışarıdan bir daha baktı. ağlamak üzereydi ama tuttu kendini. sabaha böyle başlanamazdı. rüya uğruna tüm gün çöpe atılamazdı. sessizliği ve aklındaki düşünceleri bozmak için televizyonu açtı. karşısına oturup çizgifilm izledi. reklamlarda kendine kahvaltı hazırlayacaktı ama vazgeçti; sıcak çikolata yaptı kendine. üzerini değiştirmeye üşendi; pijamayla oturmaya karar verdi. üzerine çikolata dökmekten korkmadan içti sıcak sıcak. çizgifilmini küçükken yaptığı gibi bir dakika gözlerini ayırmadan izledi. sabah artık muhteşem bir anıydı. kötü rüya eskide kalmıştı. unutmuştu. kendine sevdiği bir dünya kurdu o anda ve sımsıkı sarıldı ona. kendi olduğu, kendi kurduğu, sadece sevdiği şeylerin olduğu bir dünyaydı bu. ve asla bir şeye değişmeyi ummuyordu. sonra çizgifilmin en heyecansız yerinde kapı çaldı; üzerinde mor bir kazak olan adam kapı da dikiliyordu, hissediyordu bunu. koştu. koştu ona doğru. yani kapıya doğru koştu. koşarken tökezledi, sendeledi. hatta bir kere yere düştü. eli acıdı ama önemsemedi. ona doğru koşarken düşmek bile huzur vericiydi. sonunda erişti kapıya; açtı kapıyı. orada onu bekliyordu işte mor kazaklı adam. huzur içinde bedenini onun kollarına bıraktı. hikayesi de burda bitti.

Cuma, Kasım 10, 2006

kahve eşittir bağımlılık diye yazdı başlık olarak, neden yazdığını da gayet iyi biliyordu. kendine not olarak bırakmak istedi görünürde harflerden oluşan ama aslında 1 ve 0 lardan ibaret olan bu görüntüyü. ne büyük acı diye isyan ederken bulduğunda kendini hala; şaşırdı içinde barındırdığı öfkeye. öfke sanki uzun zamandır içinde sakladığı bir enerjiydi; birden ortaya anlamsızca çıkıveriyordu. aslında öfke de değildi şaşırdığı, duygularının hala varolmasına şaşırıyordu. yaşamaya devam ederken hala duygularının varolmasına inanamıyordu.
gerçekten hala acının bünyesinde barınıyor olmasından hoşnut muydu? hayır; hiç sanmıyor. mutlu olmak, sevinmek, hoplayıp zıplamak gerçekten taa derinden eğlendirmişti onu. eğlenmek zararsızdı; eğlenmek için kendinden bir şeyler vermeye başlamadan önce. saçma evet biliyor şu anda bunu. elinde varolanlar için sürekli başka şeyler daha vermek zorunluluğuna bir defa inanmıştı küçükken işte. küçükken, top oynarken; topuna sahip çıkmak için elmacık kemiklerinin kırılmasına izin vermek zorunda olması gibi. ya da burnu kanarken kimse kızmasın diye evde yatması gerekirken sokağa çıkması gibi.' evde kan lekeleri olmasın diye dışarda başının dönmesine aldırış etmemeye çalışmaktır; ev huzurunun devamı için kendinden bir şeyler vermek. kanınla huzuru bulmaya çalışmak.' diyor sürekli içinden ama artık inanmıyor bu yaptıklarına. çünkü sonuçta babasının annesini sevmesine; huzurlu bir biçimde yaşlamasına neden olmadı yaptıkları ya da topuna sahip çıkmaya. kendi acılarından başka hiçbir şey vermedi, biliyor artık bunu.

katılmak istemiyor artık. geçmişe takılıp kalmak istemiyor. geleceğe bakarken hayatını arkadaşları, ailesi ya da sevgilisi üzerine kurmak istemediğini de biliyor. gelecekte sadece kendi akıl yürütmelerine güvenmek, insanların söylediklerini umursamak istemiyor. insanları önemsemek istemiyor. biri ona çarptığında önemsemiyor artık mesela. o da onlara çarpıyor bir güzel. ama bu da geçecek zamanla artık çarpmayı istemeyecek. görüyor, önceden istiyor da bunları. zamana ihtiyacım var desede, sanırsa kendine yalan söylüyor.
çünkü bağımlı o;
kahveye.

yazarken rahatlıyormuş üstelik; kimsenin okumayacağını bildiği bir yerlere bir şeyler yazarken.
dünyadan koptuğunu hissettiği anlarda ağlayabiliyormuş, mutluluktan.
içmeye başladığında ancak kafası çalışabiliyormuş; okuduklarını anlayabiliyor, söylediklerini silebiliyormuş. söylediklerinin yazısıyım; kısacası onun yalancısıyım. kurgusuyum. fotografıyım, sayısal düzlemde sıralanmış şifresiyim.

ama kızıyor o dertliyken; sürekli dertlendiği insanların, kendi dertlerini anlatmalarına. sizi dinledim ya ben diyor durmadan, iki dakikada siz beni dinleyin!
ama atamıyor bu çığlığı, ve hayatının sığlılğını kabulleniveriyor.
kendikendinin kurbanı o, kendikendinin başarısı.
mutsuzluk o, mutluluğun kaynağı.

televiztyon ve bilgisayar başında geçirdiği her dakikaya yanarken
durmadan tembelliğe salmak istiyor kendini. neden ben de tembel olmayayım diğerleri gibi diyor?
oysa etiketini parlatmak için giriştiği bir aktivite bu. kendisi iki dakikanın hesabını yaparken daha mutlu hissederdi oysa. unutmak istedi çalışkanlığını; kendini adamışlığını. çünkü kendini birşeylere vermekte sonuçta bir şey getirmiyordu ona göre. ama şimdi anladı ki mutlu olmak bazı şeyleri yaparken; hayatta bir insanlayken ki mutluluğundan çok daha büyük. ölçüm yapamasada çok net; anladı işte.

hayatını bir şeye adamamak aslında daha güzel diye düşünsede o da her insan gibi bir şeylere yaramak istiyor. bir şeylerin parçası olmak. ve artık anladı ki; o bir insanın gelipgeçen duygularına bağlamak istemiyor kendisini. aşkın pırıltısında ölmek istemiyor.
bencilliği sevmiyor. kendini ise hiç. insanlardansa nefret ediyor.
aslında kendini tanımıyor;tanısa sevecek; düzelecek.
düzelmek mi istemiyor?
belkide kahveden kopamadığı gibi devamlı kendi kendiyle uğraşmaya bağımlı
bağımlı işte.

kahve eşittir bağımlılık
ve kedi köşeyi döner. karnıma zıplar. karyolamda örtüyle arama girer. otobüs döner gelir. kimse inmez. diye yazar. tam bileklerini kaserken. kimse yetişemez. kimse gelmez çünkü. otobüsler pahalıdır ya . paradır ya. ölür işte. yazdıklarını 0 ve 1 ler olarak kalıcağını bilerek, okunmayacağını bilerek ölür gider.
son

Pazartesi, Ekim 16, 2006

bazen gerçekler sandığından daha acı oluyor.
sevilmediğini
senin sevdiğinin aslında senin kadar sevmediğini anlamak
hatta bunu ölçmek bile
çok çok acı oluyor.
içime bir acı oturdu gene
kaldırmaktan sıkıldığım bu acılar
delip geçiyor artık beni
aldırmamaya çalışmak
mevzuları daha da bir büyütüyor kafanda.
sevsende aslında sevemiyorsun bir daha.
kahrolsun aşkı bulma aşkımız!
tıkanıyorum artık ağlarken
tıkanıyorum ve neye ağladığımı unutuyorum;
kendime mi, sevgiye mi, aşka mı, yalnızlığıma mı?
seç birini haydi.

haydi! kırık parçanı dışarıya at artık.
durmadan ağlatan tarafını,
at gitsin işe yaramıyor.
kırılmakta işe yaramıyor hatta bazen umursamakta.
sevmek her şeyin üstünde insanları ne yaptıklarına bakmadan sevmek
hataları siktirr etmek.

siktirin gidin o yüzden başımdan
yaptım evet hatalar ve yapmaya devam ediyorum!!
etmek zorundayım
kafama vurmak zorundayım
vura vura öğrenmek zorundayım.

sevgi bittiğinde çekip gitmek zorundayım bir de
ya da karşındakinin sevmediğini anlayıverdiğimde.
anladım ve çekildim sahneden.
bir süre boş bu sahne
boş kalmak zorunda kendi sağlığım için.
ister takıntı de ister yalnız olma korkusu umrumda değil
sevdim ben
ve her sevgim
kimse anlamasada dibine kadardı!!!!
anlamıyorsanız siz, kabahat benim değil,
beni sevemiyorsanız, o da benim kabahatim değil!
haydi anlatın bunu kalbime
biri gelip anlatsın bunu kalbime
kırılmasını engellesin!
istediğim ve artık muhtaç olduğum sevgiyi
biri gelip versin..

tıkandım ağlarken ve gene neye ağladığımı unuttum,
gerçeklik yok artık bünyemde
çünkü her şey yalan işte
kocaman bir yalan.

Perşembe, Eylül 28, 2006

gerçekleri unutmuşum;
tanrım ne kadar salağım.
her şeyi unutma ve her şeyi anlatma halimden vazgeçmek gerekti değil mi?
dikenlerimi kendime batırmalı, kendi canımı yakmalı, sonunda kendim olmaktan çıkmalıyım.
oysa ben ne yapıyorum?
unutuyorum geçmişi durmadan.
yeniden gerçeklikler yazıyorum;
ama geri döneceğim yer aynı yer
özgürlüğün olmadığı, yaşam enejisinin kalmadığı, bunalmaktan başka bir haltın yapılmadığı yer.
zor değil her şey bilmiyorum sanma
ama mutluyken ve çevrene mutluluk verirken daha kolay bazı şeyler.
anlamalarını, paylaşmalarını, yargılamadan bakmalarını, arkanda olmalarını bekliyorsun ne olursa olsun.
oysa ne kadar boşuna bir çaba olduğunu daha şuracığa yazarken anlayıverdim.
ben kaçtım oradan ve geri dönmemek uğruna uygulanması gereken şeyleri de yapmadım.
kahretsin ki hayal ettiğimiz gibi değil dünya; anarşizm yok, geçmiyor burda.
her şey için daima ödüller ve cezalar var. onlar için çabalayıp duruyor, onlar için durmadan hayatı ıskalıyoruz. biz yani 2 benlikli şahsı salak. ödüller için kıçını yırt caaanım; ödülünü aldığında devamı için çabalamaya devam et ki ödülün tadını çıkarama! hem zaten ödül ne ki? niye ki? istediğim yaşam buyken neden orada acı çekmemi istiyorsunuz? neden devamlı çabalamak zorundayım?
her şeyin cevabı
'burası aslında sınanma yeri'
bilmiyor muyum sanıyorsun?
ama sınanmaktan ve ödüller kazanmak uğruna sürekli her şeyi ıskalamaktan,
iyi ve mutlu olduğum her gün sevdiklerim tarafından yıpratılmaktan,
o günün mutlaka içine ediliyor olmasından
gereksiz cezalardan sıkıldım artık!!!!
hayatımla ne yapmak istediğime kendim karar vermek istiyorum.
isterse dünyanın en kötü kararı olsun, ben karar vermek istiyorum
verilen yargıların değişebilir olmasını istiyorum
paylaşılanların, anlatılanların üzerine ne ben ne de başkası tarafından gölge düşmesin istiyorum
istiyorum istiyorum istiyorum
sıkıldım artık istemeklerden
tüketmeklerden
ağlamaklardan
başkası uğruna mutsuz olmalardan
kimseye artık hiçbir şey anlatmayacağım,
dinlemek sadece dinlemek olucak asli görevim bundan sonra;
saçmalamaya son veriyorum
kendime ayar çekiyorum.
madem vermeden asla alamıyorum(ödül ceza baabında)
ayarımı tutturmak zorunda olarak kendime iskence ediyorum
ödülümü bekliyorum
hadi bakalım..
saçmalamayı kesiyorum
çünkü ne ceza ne ödül umrumda değil artık
sıkıldım biliyormusun bir şeyleri önemsemekten
daraldım
bunaldım
hayat buysa yaşıyorum işte
olduğu gibi
önkoşulsuz kabul ediyorum
kendimi
sadece ben ediyorum sadece de ben edeceğim.
önemsediğimden değil
layık olabileceğimden hiç değil
sadece
böyle olduğu için.
nedensiz bir şeyler yapmak
bencilliği eylem olarak bir şeylerin içine katmadan yaşamak
konuştuğunda yargılanmayı sevilmemeyi umursamadan sadece güven duymak
evet evet
ütopya
ama oluyor işte
kimse görmesede.

Cuma, Eylül 22, 2006

uykum var
uyumak istemiyorum
yapacağım
en azından yapmaya başlayacağım o kadar çok şey varki..
ilginç olan duygularımın çok değişken olması
dün mesela içime kapanıktım,utangaçtım, sıkılmıştım her şeyden
bugün durmadan konuşmak istedim..
duygular her canlının bir şekilde yapması gereken çevreye uyum kuralının bir versiyonuymuş,
yani; insan çevresine daha kolay uyum sağlamak, hayatta kalmak, daha kolay karar vermek ve harekete geçebilmek için duygulara sahipmiş.
duygulardan yoksun olmak demek doğamıza tersmiş.

yağmur yağdı bugün, ıslandım.
şemsiyem yoktu yanımda, kırılmıştı.
kimse şemsiye almadı bana, kimse şemsiyesini paylaşmadı benimle
ya da.
gitgide yalnız olmaya başlıyorum ve dostlarım küsüyorlar bana.
neden ne olursa olsun; dostlarım çabucak küsüyorlar bana.
yalnızlaşıyorum ve sanırım bu bile duygu sömürüsü sayılıyor.
işin komik tarafı ne sinirlenebiliyorum bu duruma nede kızabiliyorum artık. takmadığımdan,umursamadığımdan değil; kırılmadık bir yanım kalmadığından; kırılan incinen insan sinirlenir , umursar çünkü(bence).
yapamadıklarım hep 'yapmıyorum' gibi algılanıyor. neden peki? ben yapamıyor olamayacakmıyım hiç? zamanı ayarlayamayan, arayamayan, hızlı düşünemeyen, kendiyle meşgul, yapabileceklerinden mutlu hayallere kapılmış, hüzünsüz, kalıpsız, belkide kafası karışık, meşgul.. olamayacakmıyım hiç? ve bunlar neden olarak sayılamayacak mı hiç? daimi suçlu ve 'anlayış gösterilmeyen' arkadaş mı olacağım? nedenlerim olmasa dahi bilinen sevgim neden kalıpların kırılmasına yardım etmiyor hiç? birşeyleri düşünememiş olmak neden hep sevgi eksikliği olan ve gereksiz insan konumuna sokar beni? ben dostlarımın yanında kendi istediğimde olmuyorum ki hiç. ortak zaman bulunduğunda yanlarına gidiyorum; böyle olmasa hep yalnızken ağlıyor olmazdım, kendikendimin doktoru da olmazdım, en mutlu anlarımda bu kadar bozguna uğratılıyor da olmazdım. gerçek yok bu yüzden hiçbir zaman; tarafta. taraf olmak bana bu yüzden güç geliyor, yandaş olmak. çünkü herkes haklı, herkes insan. suçlu yok, haklıda bu ölçüde. ya herkes haklıdır ya da hiçkimse. ne taraftan baktığına göre haklı değişir ; bir taraf olmak bir kalıba girmek istiyorsan. ama reddediyorum bunu ben işte. o yüzden artık kimseye kızmıyor, kimseye sinirlenmiyor, kimseye küsmüyor, kimseye darılmıyorum. kırılmakta artık geçti benden kırılacak bir yanım kalmadı. darmadağınık büyüdüm ben, bütün olamam bu saatten sonra, bütün olmamı beklemeyin , eğer bekleyenim varsa.
duygular demiştim insanın çevresine uyumunu kolaylaştırıyor. işte değişti duygularım çünkü beden anladı artık, o duygularla yaşayamayacağımı. kendikendime zararımın olduğunu.evrim geçirdim de denebilir. ya da bir ekran koruyucusu olmuşumdur. görenler inanmaz bana...

Pazar, Eylül 17, 2006

karmaşa ve boşluk
sıkıntı ve hiçbir şey yapmak istememe arzusu
televizyon
bilgisayar
radyo
antihümanist birsürü yaklaşım
akıl saçmalıkları
kalp yorgunlukları
dağılan benliklerin kurtulma çabaları
beyaz defter kağıtları
hastalık yaratma ihtiyaçları
iki ben
bir bomba ediyor aynı anda konuşunca
ve saçmalamıyorum artık
kendimi görüyorum artık
sevmiyorum artık
canım yanmıyor artık
hissetmiyorum artık
desem başarsam
mesela
insan olmayacağım sonunda
alsınlar burdan beni
götürsünler uzak çok uzaklara
ki
sesimi duymayayım orada
'dikkat' diyen sesimin çabasını
yalnızlık isteyen 2. karakteri hayatımda ki
aslında içimde olan o ben i.
o huzura geri dönmek
çaba bunda
gece yanıma ilişen o huzura ulaşmak artık benim çabam,
(virgülden sonra konuşulmaz sussana!)
huzuru veren neydi?
sabah uyandığımda bir sabaha 'ne güzel gün yahu' diyerek kalkma nedenim neydi ki?
rüyalar aleminden gelen ilahi bir şeydi o
yalnızlığıma tecavüzdü o
o huzuru verendi o
rüyaydı o
seslendi hafifçe
delirmediysem eğer gerçekten duydum onu
adımı söyledi o
inancımı tazeledi o
gitti o
huzuru armamın
rahatsızlığa savrulmamın nedeni o

-bir rüya gördüm ben 1 hafta oldu göreli; gerçekte bir şey dolaştı yanımda. sardı. üzülme dedi bana. duydum onu gerçekten. uyandığımda her şey çok güzel olacaltı, o yüzden uyandım zaten. ama olmadı; olamazdı da zaten. o sadece beni denemişti belkide hazır mıyım diye. bilmiyorum. yalnızca anlattığımdan beri bunu, gelmiyor artık. gitti. -

vapura binmek istemek
ağlamak istemek
konuşmak istemek
yemekyemek istemek
istemek istemek
hep istemek
bıktım istemelerden
istemelerden sıkıldım
kendim olma ihtiyacım var benim sadece.
acı olan gerçek
gerçek olan tek şey acı;
acıyı köküne kadar yaşayınca bir kere artık acının nedeni koymuyor adama
bana.
sevgi acının içinden geçmek için bir araçsa eğer
ve gerçekse
bencillikle biter her şey.
kendikendime; monoloğum
bağlamaz kimseyi
başkasıyla konuşamamaktansa
monoyum ben
anlatamadığını anlayınca, anlaşamadığını kanıksayınca
monoyum ben.
sadece acı gelmiyor artık bana
çünkü hayatımda acı veren bir şey kalmadı
sattım hepsini beleş fiyata
çok şükür Allahıma!
sadece hüznümü seviyorum
hüznü seviyorum
ilgiye ihtiyacım yok bu anlarda
kendikendime monoyum artık
tek tabanca
kalburüstü gerçeklik belki nagerçeklik olsada
al sana bir numara;
hüznümle uğraşma ikincil kişim
sesim benliğim bırak dağınıklığını topla daima
ancak sen istersen kendine acı vermezsin.
yık gerçeklerini
yerine yenilerini yap
sadece kendin olmaya bak.

Pazar, Eylül 03, 2006

ne olucam ben?
dünyayı kurtaramıcam hiç,
vampir avlamıcam ya da.
ne olucam ben?
biyolog olup kansere çare
aids e düşman olamıcam
ne olucam ben?
fotograf çekip kendimi anlatmayı
yeni bir şeyler yaratmayı başaramıcam
ne olucam ben?
mutlu olucak mıyım?
sevilecek miyim?
kullanılmadan, yıpranmadan, salak gibi hissetmeden, yorulmadan, hayallerimi yıkmadan..
ne olucam ben?
ne olucam?
ne olupta 'kendi ayakları üzerinde duran' insan olucam?
benden bir bok olmıcak
bunu bilmek bununla yaşamak yaramıcak.
kendi ölümüme, dağılmama içiyorum,
yalnız olmayı çok seviyorum.

Pazar, Ağustos 27, 2006

DÜNYAYA GELDİK BİR KERE
KAVGAYI BIRAK HERGÜN BU ŞARKIYI SÖYLE
SEVDİKÇE GÜLER HER ÇEHRE
MUTLULUKLAR BİR OLSUN ACI BİRLİKTE

TARIK AKAN-FİLİZ AKIN..

TÜRK FİLMİ SEVGİSİ ARTTIKÇA ARTAN BU.

- İngilizce bilir misin?
- evet
-Az mı çok mu?
- Biraz
(aynı filmde geçer bu diolog, alt yazısı olmayan ingilizce konuşulan bir filme gider iki sevgili ve kız hiç bir şey anlamaz) aşk mı şimdi bu?
hmm bilmiyorum.

geçen milyonlara bölünmüş kişisel tarihimde bir ilk gerçekleşti ve tüm bölünmüş şizofrenik benliğim tek bir konuda birleşti:

-bu t-shirt e sığamıyorum bugün, sanırım patlayacağım
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende
-bende..
(keşke konuşurken beynim de üç nokta koyabilse ve diğer 1399 tane 'bende'yi duyamasa)

Pazar, Ağustos 13, 2006

yabancıyım
evet
çok yabancı hemde.
susturucuyum birde tabii
herhangi bir ortama girer girmez ortam susar
nedense son zamanlarda
ya da hep öyleydi,
ki ben anca anladım.
yalnız mıyım?
bilmem
belki.
neden çok soru soruyorum?
bilmiyorum
soru sorunca muhabbet olucak sanıyorum da ondan sanırım
ama
genede
susturucuyum işte
çokça da yabancı.
yabancılığa alışsamda
yalnızlığa da
susturuculuğa
alışamıyorum.
kararıyor içim
gölge oluyorum sonra
hayalet belki
görünmez oluyorum işte sonuçta
kendime gelince de artık
yapacak pek fazla şey kalmıyor
çünkü kimse beni aslında görmüyor.
umrumda mı?
aslında hayır
artık değil.
yalnız olmayı seviyorum
çok uzaklardaki o duyguyu da yitirdiğimi
artık öyle şeylere inanmadığımı da biliyorum
işin garibi artık canımı sıkmıyor
ama içim boş işte
daha önce olduğundan daha boş hemde.
giderken uzanıp birini öpemeyecek kadar dangalak
kıskanılmaktan mutlu olucak kadar yapmacık
bırakıp gidecek kadar kendine yalancı
uzak duracak kadar kendine güvenen
sevemeyecek kadar bencil
içi boş kalabalık
susturucu bünye
yabancı şahit
sadece şahit
konuşan ben değilim
içimde ki diğer ben
hey sen
dinleme beni
ya da seyretme
dön arkanı
çek git
yakışan bu sana
başkası değil.
iki kişiyim içimde
ve aslında sevmeye başladılar birbirlerini
ne kadar yapmacık ne kadar bencil ne kadar dangalak olsalarda
öldüğümde arkamdan ağlayacak arkadaşlarımda var işin ilginç yanı
ne kadar önemli bir konu değil mi?
susun artık
çekilin kabuğunuza
çıkmayın bir müddet dışarı.

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

gördüğüm anda tüm dünya sustu
işin boktan tarafı o sırada
o konuşuyordu.

Pazartesi, Temmuz 31, 2006

picassonun da dediği gibi yıkmadan yapamaz insan.
kendini her defasında yıkacaksınki yeniden bir kendin yarat.
devamlı değişimin amacı da budur belki
sürekli yenilenme
kendinden yeni kendinler yaratma çabası.
sonra da ardına bakıp nerelerden buralara geldim demek belki
egoyu parlatmak.
gerçekliği kendine ait gözlüklerden görmeye başladıktan sonra belki aramıyorsun yeni kendinler,
egon umrunda olmuyor kimse inanmasada.
değer verme yargıların tutukluk yapmasa mesela
arada
mevlevihanedeki kadar huzurlu olacaksın daima.
osmanhamdibey yokuşunda yürürken biz;
dedim kendime
neye üzülüyorum?
kime üzülüyorum?
neden üzülüyorum?

sonrada dedim kendime ;
hiçbir şey sandığın kadar zor değil.
bırakırsın,ayrılırsın,özlersin,seversin,aşıkolursun,beklersin,gidersin,
çekersin,
parçalarsın,koparırsın,dağılırsın,dağıtırsın,çalarsın,
söylersin,kapatırsın,açarsın,dalarsın,sevişirsin,dinlersin,
konuşursun,içersin,yazarsın,okursun..

sakin ol,
sinirlenme,
anlamaya çalış,
değer verdiklerin değer vermiyorsa;
en azından sana öyle gelmiyorsa
zamana bırak kalbini
parçalanma iki dakka
bak nasıl değişiyorsun!
nasılda anlamaya başlıyorsun.

yık gerçeklerini
yenilerini yap
kimseyi dinlemeden sadece kendin olmaya bak.

Cuma, Temmuz 21, 2006

aslında hiç birşey sandığımız kadar zor değil.

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

söylenmeyecek sözlerle bozduğun zaman an'ı, geri alınması zor nefreti kazanırsın.
boşversen de herşeye ,sonradan pişman olsan da ya da
artık anlaşılması gereken anlaşılmıştır. görev tamamlanmıştır.
bazı şeyler olmaz zorla, zorlamamak lazım.
bazı genlerde yazmaz işte anlayış, anlamazdan gelmekte sende yazmayınca ya da
olmuyor zorla, zorlamamak lazım.
bana mı öyle geliyor olması lazım?
aslında değil biliyorum; zorlamaya çabalıyorum, olmayınca da kendikendime seviyorum.
'hem bana mı seviyorsun ki?' demiş penguenimiz.
yeteneksizliğimin sonundaki karanlık yiyip yutarken beni
hala şu onların seksten başka şey düşünememesine şaşıyorum.
parçalamak, karelemek, parçapinçik etmek yetmediyse bünyene
sadece bunları yaparken aldığın o küçücük ama gerçek mutluluğa sevin.
yapma böyle; çevrene rahatsızlık veriyorsun,
kalbini yeni yapıştırdım, kurumadan alıp gidiyorsun,
hey!
nereye gidiyorsun, gene o saçma cümleyi kurup 'bilinmeze' deme bana!!
kendi kendine söyleyip durma;
bağır!!!!
içindeyim ben senin
hani durdurmaya çalışsanda konuşmaktan vazgeçmeyen kafandaki o ikinci ses! benim o işte, benim.
ortaya çıkan arada toparlayan parçaları,
birleştirmeye çabalayan ama hep kaybolmuşları arayan.
sonunda küçülerek kaybolan.
sevgi bu kadarsa ve sevgiden anlaşılan iki akrobasi hareketiyse ya da
bırak kaybolalım beraber..

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

sanırım birilerini bekleyemeyecek kadar
mutsuzum.
çok mutsuzum.

dün elektrikler kesikti yaklaşık 12 saat,
yemek yedik uzun zaman sonra tw izlemeden,
sessiz sakin.
çıt çıkmadan.
ne kadar da dedim uzağız birbirimizden,
ailem dediğim insanlar ne kadar uzak bana!
ağlamak istedim o an, yalnız hissettim kendimi çok,
tamam biliyorum zaten herkes sonuçta yalnızdır ama
gerçekten bu kadar uzak olmak zorunda mıyız?
bu kadar yalnız bırakmak zounda mıyız birbirimizi?

konuşmak istiyorum
paylaşmak istiyorum
hiçbir şey yaşamasamda sadece acımı belki
belki mutluluğu paylaşmak istiyorum,
dinlemek, karşı çıkmak sonunda ortak bir noktada birleşmek istiyorum.
ama olmuyor işte.

sanırım sorun artık ortam koşullarına isyan etmekten korkmamam;
eskiden evde hayır dendimi yüzüm düşer odama giderdim
hatta sormak bile
izin almak için
korkulu rüyam olurdu
bu yüzden de sormazdım,
içimde gittiğimi hayal ederdim,
ordayım şimdi
konserdeyim mesela
birazdan çıkacaklar işte,
elimde biram diğerinde sigaram
bekliyorum.

bu akşam da aynı hayalle uyuyacağım sanırım,
dışarı çıkmak çünkü bizim burda,
or*spulukla eşanlamlı,
yani
hayatlarını birgöz odada geçiren sevgili büyüklerimiz için.
benim mesela genç olduğumu ve büyük şehirde! büyüdüğümü anlamıyorlar.
anlamakta dertleri değil zaten.
hoş büyük şehirde büyüdüm de noldu?
dünyam şu odadan ibaret
Tİ.

geçen seneye kadar kabullenmiş olsam da bunu artık kabullenmek ve hayatımdan bir senenin daha anlamsız insanların aptal düşünceleri yüzünden harcamak istemiyorum. aslında artık kimse için zamanımı boşa harcamak istemiyorum. bekleyerek, anlamaya çalışarak. elime ne geçiyor ki? kayıptan başka? zaman kaybı!
bencilliğin dibi varsa ulaşacağım oraya!
sıkıldım devamlı sen ne dersin? ne hissedersin? ne düşünürsün? demekten.
ben ne istiyorum, ne diyorum, ne hissediyorum????
kimse için beklemeye, kaybetmeye değmiyor.
kaç 'dostum' için yaptıysam pişman oldum,
kaç 'sevdiğim adam' için yaptıysam..

hala ergenlik sorunları yaşıyorum kısacası.
nefret ediyorum bunu hala aşamamış olmaktan da

dün o yemekte düşünürken dedimki acaba biri ölse şu masadaki
değişen bir şey olurmuydu?
mesela konuşulmaya başlanır mıydı?
birbirine kenetlenen aile görüntüsü verir miydik ?
pişman olurmuyduk 'ulaaan bak şunları yaşarken o yapsaydık' diye?

cevabı açık aslında
HAYIR
holuvut filmi değil bu.
hayatın manasız sıkıntıları bile bu kadar uzaklaştırırken insanları
büyük bir acımı, sıkıntımı bağlıcak birbirine?
hadi ordan!
ama elbet yaşayacağız öyle bir şey ve ben içimden uzaklaşmış olmamıza bir daha bakıp üzüleyeceğim.

artık buraya ait değilim bir daha asla da olamayacağım.
gitmek istiyorum,
bir an önce
neresi olursa.
geri dönmekte istemiyorum
sevmiyorum burayı,
hiçbirşeyi.

bunalım değil bu gördüğümde kendimde
mutsuzluk ve o yüce duygu olan
acı.

boğulsam da bunun içinde en azından yaşadığım hissediyorum.
acı yaşadığımı hissettiriyor,
her tür acı hemde.
hoş bir yakınım ölmedi hiç,
birini sonsuza dek kaybetmedim,
ama şuursuzca belkide
acı
yaşadığımı unuttuğum anlarımı azaltıyor.
mutluluk bünyemde pek barınamıyor işte,
özellikle burdayken.

gitmek istiyorum
bir an önce hemde.

Cumartesi, Temmuz 01, 2006

planet waves
sarı üzerine beyaz yazıyla
üçgen bir plastik üzerine
alkollüyken alınmış bir an

pena.

sol üst gömlek cebinde unutulmuş

acaba diyorum unutmamak için
arada hatırlanmak için
kaybolmak mı lazım?

pena kaybolmadı bende
ama hatırlandı mı bilmiyorum,
belki
bi ihtimal..
güzel anları konuşarak harcarım ben.


söylenmesi hoş karşılanmayan şeyleri söyleyerek uzaklaştırırım insanları(erkekleri?) çevremden.
sevilmeyi çokça haketmem bu yüzden.

ama
tek bir soru vardır belkide kafamda;
arkasından gidilecek adam bunu neden dediğimi, neden dürüst olmak istediğimi anlar
ve aynısını bana da yapar mı?

bilirim bazen ne kadar kırıcı olur bu,
ne kadar acımasızca gelir
ne kadar acı verir
ama yalan davranmaktan
alıştığımız o oyunları sevdiklerimize de,
içten sevdiğimiz insanlara da oynamaktan
daha iyi değil midir?

artık yalan birşeyler yaşamak
oyun oynamak
birilerini kandırmak
ve aldanıp
aldatılmak
istememek
demek
bu kadar
salakçaymış!

önemli olan
kendi isteklerini yapmak
dürüstlükmüş bilmem neymiş düşünmeden sadece
ama sadece kendini düşünmekmiş
yalanmış o saf ilişki denen şey!

belki çok soru soruyorum
belki çok şeyi darmadağın ediyorum
ama dinlenmeyecek ve son kez konuşulmayacak kadar
canavar biri değilim
keşke bunu hayatımdaki insanlar anlayabilse.

hissetmemek en çok istenen şey olsada
belki de ruhunu inkar etmektir.
ben acı çekmeyi hala en yüksek duygu sayıyorum ve
acı çekmediğim o az zamanlarda mutluyum diyorum.

acı çekmek
mutlu olmak
en çokta sevmek
bana yaşadığımı hissettiriyor
hani psikolojik tanı konursa konsun bana
ben böle olmayı kabullendim artık

çevremdekilerin gitmesine
birşeyleri bahane edilip gelinmemesine
ve
hep 'onların' peşinden koşulması gerekmesine
alıştım artık

kalbim devamlı ufalanırken,
anlatmaya çalışmak kendimi ne kadar da boş geliyor

şimdi anladım ki anlatmaya çalışmak için
olayları kolaylaştırmak için yazıyorum buraya
ama kimse için yapmıyorum bunu
sanırım artık sadece kendim için yaşamayı kıvırmaya çalışıyorum.

hislerde gidecek birgün
ama zaten çok yaşamayacağım.

Cumartesi, Haziran 17, 2006

Çarşamba, Haziran 14, 2006


çok çok yorgunum ben

tatil yapmam lazım artık tatil hazırlıklarından yaz muhabbetlerinden şimdiden sıkıldım çok
napayım kış insanıyım ben

yaz gelince tüm enerjim bitiyor, yaz uykusuna yatıyorum resmen

ama en çok Ankara'dan gitmek canımı sıkıyor
çünkü geldiğimde burayı bıraktığım gibi bulamayacağım.
Deryam gidicek taaa Fransalara..
geldiğimde burda olmayacak

sırf bu yüzden belki de ayrılmak
buradan gitmek istemiyorum,
yaz gelsin istemiyorum
şu rahat geçen haftamız bitsin istemiyorum..

ÖZLEMEK İSTEMİYORUM

ama çok özleyeceğim onu
ruh eşim o benim
deryam benim
seni çok seviyorum.

Pazar, Haziran 11, 2006

ahhh bu hayat çekilmezzz
ahhh bu hayat çekilmezzz
sen olmazsan canıım
ahhh bu çile çekilmeeeezzz...

çok seviyorum erol evgini bee!

Pazartesi, Haziran 05, 2006

s.s'nin 6_v2B sini dinlerken düşündüm.
her şeyin belki gene aynı olduğunu,
soramam da kimseye.
kafam karıştı,
ayarım tutmadı,
gene ayar yapmak sanki uzun zaman alır,
neden olmadı anlamadım,
oysa her şey iyiydi-miydi?-
kandırıyor muyum kendimi?
hayır abarttım gene.
hislerimi öldürmek mi gerek?
hey !
bırakma beni desem,
saçmalarım di mi?

uyuyamıyorum ve uyumak istemiyorum geceleri,
sabaha kadar sonmuş gibi içiyorum sigaramı,
son defa görüyormuş gibi inceliyorum karoları,
öleceğimden değil ama ya da ölmek istediğimden değil.

nedensiz .

makas olamayacağım mı koydu diye düşünürken kendimi bulduğumda
asla olamayacağımı anladığımda
aslında
eksik belki de bu diye düşündüm.
kemiklerimize işlenmiş 'o' şahsı bulma güdüsü!
nerde kaldı anarşizim
doğa çağıran
koşmak lazım.
daha olmadığını, olamayacağını sandığım şeyler için
'yapmak lazım' demek lazım,
ama bunun için çaba lazım.
çaba 'o' adamda gizli dediler
bulmak mı lazım?
peh
kötü cümlelerle kırmak mı lazım?
tamir görmekten yıpranmışım.
inanmıyorum artık Türkan Şoray'a da
hani bizim fakir kemancı?

sadece bir bok beceremiyorken şu hayatta
bari düzgün bir 'hatun' olmayı becerebilsem diyordum,
en baştan olmuyormuş bu zaten.

ama kıyaslamıyorum kimseyle kendimi.
mükemmel insanlarla benliğimi kıyaslayıp,
başarıya ulaşmak için gerekli çırpınışların,
mutsuzluktan başka bir şey getirmediğini bilecek kadar yaşlandım.
böyleyim ben.
değişmeyecek ne ben ne de sen.

boş işler belki de bunlar
bilmiyorum.
ama çözmeden çemberin içine dalmak
nasıl olur?

gerçekten bir karar mı vermek lazım?
beklemek, devam etmek?
ilgi vermek, vermemek?
aramak, aramamak 'o' yu?
inanmak, inanmamak 'o'ya?
seviyorum seni demek
verir mi cevapların hepsini?
Petrarch' a sormak lazım.

Cumartesi, Haziran 03, 2006

.. Bu gezi küçük kızı iyice afallattı, çok değiştirdi. Burnu, yırtılmış kızlık zarı gibi açıldı,oradan beynine binlerce rengin spermi yüzdü. Artık macunları, kınaçiçeklerini, uzaklardaki tüccarların getirdiği özel kokuları kokladıkça aklından binbir türlü şey geçiyordu: tapınaklar, saraylar, kaleler, esrarengiz duvarlar, halılar, tablolar, mücevherler, içkiler, ikonalar, ilaçlar, boyalar, etler, tatlılar, şekerlemeler, ipekler, pamuklar, cevherler, parlak madenler, yiyecek, baharat, müzik aletleri, fildişi hançerler, fildişi bebekler, maskeler, çanlar, oymalar, heykeller(kendisinin on katı boyunda), yırtıcı hayvanlar, leoparlar, tavuskuşları, maymunlar, beyaz filler, kulaklarında dövmeler, atlar, develer, prensler, mihraceler, fatihler, gezginler(haşmetli bıyıklarıyla Türkler ve o cenaze gününde kendisiyle dost olan yabancı kadar soluk tenli Yunanlılar), şarkıcılar, fakirler, sihirbazlar, akrobatlar, peygamberler, bilginler, rahipler, deliler, bilgeler, ermişler, mistikler, hayalciler, fahişeler, dansözler, fanatikler, şairler, hırsızlar, savaşçılar, yılan oynatanlar, putperestler, geçit törenleri, idamlar, düğünler, baştan çıkarmalar, konserler, yeni dinler, garip felsefeler, ateşler, hastalıklar; sayılamayacak kadar korkunç şeylerin görkemi ve inanılmazlığı hep karşısında kıpırdanıyor, akıyor, sarsılıyor, karışıyor, boşalıyor, dönüyordu. Geniş, girift, tükenmez, sonsuz.
PARFÜMÜN DANSI/ TOM ROBBINS

Salı, Mayıs 30, 2006

Pazartesi, Mayıs 29, 2006

hayatımda hiç silemeyeceğim şeylere neden olduğun için teşekkürler pumpkin.
eskiyi deşiyorken şimdi, nedense artık o kadar abukluk görmüyorum.

İyiki öğrenmişim sayende; öğrenmem gerekiyormuş çünkü. Ve iyiki de senden öğrenmişim.
Sahiden de değiştirmeye çalıştığım onca şeyin, aslında önemsiz ayrıntılardan kendime edindiğim problemler olduğunu kavradım, ki halen aynı davranışlar içerisindeyim.
bir kere daha görmemi sağladın kendimi.
parçalanmışlığımı.
başkalarına yüklemeye çalıştığım aşırılıklarımı.

Hatalarımı, hatalarını bir kere daha tartacak mecalim olmasada ilk defa hem kendimi hem de seni suçlu bulmuyorum.

artık ben eski ben olmasamda, eski ben yerine kabulleniyorum herşeyi.
ve
iyiki hayatıma girmişsin ve iyiki de hayatımdan çıkmışsın pumpkin.

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

çok küçükken annemlerin uzaylı olduklarına inanırdım.
he-man deki o kötü adam iskeletor (muydu?) gibi olduklarına öyle inanmıştım ki,
bir gün fark ettirmeden içlerine sızıp yakalayacaktım onların iskelet halinde ki bedenleriyle, anlamadığım dilde konuşmalarını..
ama öyle çok korkardım ki iskeletor olmalarıyla yüzyüze gelmekten,
daima kaçardım.
biraz daha büyüyünce ve annemleri iskelet halinde yakalayamayınca kendimin uzayla bir ilişkimin olduğuna inandım.
uzun bir süre anneannemlerin banyosundaki o eski duşu telefon olarak kullandım ve iletişim kurmaya çalıştım.
bazen elimdeki kalemi bıraktım da elimin istediğini çizmesini bekledim. çünkü ancak bu şekilde mantığımı yenip, içimdeki o gizemli gücün ortaya çıkmasını sağlayabilirdim. ve ancak bu şekilde beynimde ulaşamadığım o şifreye ya da haritaya ulaşabilirdim.
uzun süre uğraştım.
sonrasında tetrisin bir sınav olduğuna inandım. ancak oyunu bitirirsem onların yanına gidebilirdim. anlaşılacağı üzere de uzun süre tetris oynadım içimde ki bu inançla...

sonra bir gün aslında yalnız olduğumu ve daima da yalnız olacağımı kavrayıverdim.
ben uzayda olduğuna inandığım arkadaşlarımın yanında değildim işte,
onlar yoktu.
öyle gezegenden özel bir görev için gönderilmemiştim.
annemlerde iskeletor değildi.( bir tanesi öyleydi aslında hala inanırım yani)
anlamam gereken sadece hep yalnız olduğumuzdu.
buna kılıf uydurmaya,
gözlerim çıkana kadar tetris oynamaya,
deli yerine konma pahasına duşla konuşmaya gerek yoktu işte.
bu kadar basitti.

Pazartesi, Mayıs 22, 2006

tahir ile zühre meselesi:
sana KATLANIOMUŞ
tahir ile zühre meselesi:
gibi
tahir ile zühre meselesi:
esas bu bitirir
tahir ile zühre meselesi:
sana olan saygısını

mesela AYDINLANDI
teşekkürler kakamel:)
hiç kendi içime bu kadar dönmemiştim.

hiç kendimi bu kadar net görmemiştim.

hiç kendimi bu kadar iyi saklamayı başaramamıştım.

Pazar, Mayıs 21, 2006

ne zaman öğreneceğim acaba?
daha çok var mı ki?
kendimi o kadar güçlüyken bir kerecik olsun görmek istiyorum,
ölmeden görmek istiyorum gerçekten.

ne zaman gerçekten gizliyeceğim incindiğimi
ne zaman gerçekten sevmeyeceğim karşımda ki insanları
ne zaman gerçekten öğreneceğim önemsememeği şu yaşadığım aptal yaşamı
ne zaman gerçekten saklayabileceğim içimdekileri
ne zaman gerçekten kendim olmaktan kurtulabileceğim?

çok mu ileri gittim?
hayır hiç sanmıyorum.

anlatmaya değmeyecek kadar az hissettiğim zaman tanışın benimle
o zaman korkmayacağım hiçbirinizden

işte
o halimi görmek istiyorum bir an önce
o halde olmak istiyorum bir an önce!

paylaşmayı sevmiyorum;
bir süre sonra umursamaya başlıyorum çünkü
mesela şuan yaptığım şeyi de umursayacağım
paylaşmak deniyorsa tabi buna,
herneyse

inadına köreltmekse duyguları ve diğer herşeyi
yapmaya devam edeceğim bunlara
çünkü hiçkimse için yapıyorum bunları
yani kendim için yapıyorum.
kimse beğenmesin umrumda değil
herkes beğensin o da umrumda değil.
ben öğrendim çünkü
herşeyi egoları için yapan insanların eninde sonunda yalnız kaldığını.

sanırım paylaşım canımı yakmadığında anlayacağım paylaşımın amacını

ne zaman öğreneceğim acaba?
daha çok var mı ki?

Perşembe, Mayıs 18, 2006

Pazartesi, Mayıs 15, 2006

Yalnız, yola çıkmadan şu Piyer işini de sağlama bağlamak istiyordu. Doğrusu aranırsa, Piyer, şu son günlerde evden dışarı hiç çıkmamıştı; Vasiliy'in evinden dışarı demek istiyorum, orada kalıyordu ya. Pek de acayip davranıyordu, içi içine sığmaz bir hali vardı. Elena'nın yanında dut yemiş bülbüle dönüyordu...birine abayı yakanlar sevdiklerinin yanında hep öyle olurlar ya. Ne var ki, daha ona 'seni seviyorum' dememişti.
Lev TOLSTOY Harb ve Sulh

gerçekten böyle midir?
yoksa konuşacak birşeyinin olmamasına giydirilen bir kılıf mıdır bu?

yalnız otobüs yolculuğumda bunu düşündüm hep;
bir sonuca varamadım.

neden bu kadar hüzünlü olduğuma ve neden buraya bu yazıları yazdığıma da bir anlam bulamamaktayım.

ama sanırım her zaman ki gibi söyleyecek sözlerimin olmadığına inandırmaya başladım kendimi;
bu bende itici güç olmasına rağmen anlık saçmalamalara ve üzüntülere neden oluyor.
kasmamak lazım der büyüklerimiz.
kasmadığın zaman her şey daha yolunda olur derler.
ama yine de benliğimi rahatsız etmekten kendimi alamıyorum,
neden zor hissediyorum herşeyi bu kadar?
iki kelimeyi kurmak evlendirip cümle yapmak bu kadar kolayken benim için
neden manifestomun 2. maddesini hatırlıyorum durmadan ve neden bu kadar rahatsız oluyorum böyle olmaktan?

lanetledim kendimi yalnız otobüs yolculuğumda Elgar 'ı dinleyerek

yine ben, ben olmaktan çıkıyorken,
kim tutacak beni kendimden başka?

o an vizörüm yanımda olmalıydı ki
o kırmızı ışıkların
dağalışıyla kendi parçalanmamı
anlatmalıydım kendime.
ve aslında o ışıkların dağılışına
otobüsün kirli camlarının neden olduğunu
ya da bakış açımdan ileri geldiğini
anlatabilmeliydim.
abartmaya başladım yeniden
diye düşünürken
belkide olmasını hiç
beklemediğim şeyler gerçekleşiyor
ve abartmak
hayal kurmak istiyorum!

ama şahsi manifestomun 14. maddesine göre bunu yapamam.
hayal kurmak ve o hayalleri yaşamak yerine
gerçekten yaşamaya karar verdim ben.

ve tüm sonuçlar bunun doğru olduğunu gösterdi
şimdilik.

kötü kalpli olmamayı ya da
fesat düşüncelerden kurtulmayı da başarırsam
(napayım ama 'hanım'a çekmişim)
işte belki o zaman daha iyi bir insan olmayı başarabileceğim.

yaptıklarımdan pişman olmamayı 8. maddede bastıra bastıra söylesemde
öyle düşündüğüm için pişmanım..
özür dilerim.

Pazar, Mayıs 14, 2006

Anlamadığımı sandığın şeyler yüzünden belki böyle üzülmüşümdür.
Korktuğum şey de işte buydu ki gerçekleşiyor sanırım.
Dert olmayacağını düşündüğüm onca şey
onca anlamsız dediğim tümce
gelip başıma üşüşüyor.
kendimi tam olarak şey gibi hissediyorum
uçan yalpalanan bir uçurtma ki asla bir iple birine ya da bir şeye bağlı olmadı

İNANIN BANA Kİ ASLA BİR YERE YA DA BİR ŞEYE AİT OLMADIM BEN!!!!
Kitsch; insan varoluşunda temelden kabul edilenemez olan herşeyi kapsamı dışına atar.
Varoluşla kesin olarak uzlaşmanın önerdiği estetik ülkü, bokun reddedildiği ve herkesin bok yokmuş gibi davrandığı bir dünyadır. Bu estetik ülkünün adıdır kitsch.

six feet under:
tüm gerçek sanatçılar aklını kaçırmıştır.
mükemmel bi dizi.

Cumartesi, Mayıs 13, 2006

ben niye burdayım hala ya?
işim yok mu benim?
niktır ya,
bu konuşma sonsuza gider benceki, bu bir konuşma değil!

merak sürükleyen buralara beni,
hatta belki anlamlandıramadığım duygularım.
artık düşünmüyorum duyguları
sadece yaşıyorum ama sanırım o duyguların peşindeyim sürekli
nereye sürüklerlerse, ordayım.
şu an mesela burda olmak istemiyorum,
başka bir yerde olmam gerek ama nerde??
bilmiyorum.

tam bir günümü harcadım, 24 saat bu boru değil.
ne oluyor bana? kullanmadığım saatlerimin parasını kim verecek?
gidip sıraya girmek istiyorum, beklemeyi seviyorum.
ödül falan yok sonunda ya
beklemek ve bulaşık yıkamak iyi geliyor bünyeme
eskilerden biri başka şeylerde iyi gelir aslında ya,
sen bilmiyorsun demişti.
doğru demiş,
sokakta gezmek; insanlara bir vizörden bakarak 'an'ları anlamlandırmak;
bu da iyi geliyormuş bünyeme.

aslında belki de anlamdırmıyorum ben onları,
sadece
yitip giden o saniyeden iz olsun istiyorum elimde
sadece öyle bir anı.
bilmiyorum.
sadece
bunu yapmak istiyorum işte, başka bir şey değil.

ayşe'nin de dediği gibi bu konuşma sonsuza gider...:)
alışılmadık şeyler yaşıyorum belki şu sıralar
ama nedense rahatsız etmiyor beni eskisi kadar bilinmezlik fln
yeterli boyutlara ulaşırsam sakin sakin yazıcam herşeyi
ama daha deil

beklemek sanırım alın yazım,
ne kadar deiştirmek istesem de olmuyor
ha bide mesela bunları neden buraya yazıyorum onu da bilmiyorum
sanırım ders çalışmamak için ve belki de hayatımda ilk defa sorumsuzluğuma kılıf uyduramamaktan rahatsızlık duymadığım için..
belki şimdi daha az acı çekiyorum bazı şeyleri daha az hissediyorum ama
mutluyum
evet evet bana tuhaf gelen bu; ilk defa mutluyum

yalnızlıktan korkmadan
denklanşöre basarken beğenilme derdine girmeden
kim ne dicek acaba diye düşünmeden
istediğimde yukarıdaki paragraftaki kadar çelişen cümleler kurabilerek
ve bunları anladığını sandığım dostlara sahip olarak yaşamak
mutlu olmama yetiyor
evet kendimi hale sevmiyorum ama olsun mutlu olmam için kendimi sevmem gerekmiyormuş
gerçekten öylemiymiş?
bilmiyorum
şimdilik bu bile yeter bana

daha düzgün şeyler yazabilmem için sanırım zamana ihtiyacım var
evet evet var!!