Pazar, Şubat 14, 2010

tüm tredyaların, efsanelerin, filmlerin konusu ying-yang olmak zorunda mı???

iyi-kötü
aşk-nefret
aşk-gurur
hayat-ölüm
jedi-sith
katil-polis

sanki biri dengeyi bozsa her şey parçalanacak gibi.
gerçekten bunların dışında bir şey yok mu?

hep farklı olmak pompalanıyor bünyeye. farklı ve anlamlı olmak...
hangimiziz bu? yani hangimiz böyle hissediyoruz? kaçımız?

işin komiği böyle olmadığımızdan daha mutsuz olmaya programlıyız da...
farklı, ucube, keşfedilmeyi bekleyen yetenek, dünyayı kurtaran kahraman, tuhaf ama zeki, çirkin ama çekici..
oysa o kadar amasız yaşıyoruz ki...
peh amma ahkam kestim akşam akşam.
ama fikrim gelirse eğer; bir gün oturup bunlardan arınmış bir şey hayal etmek istiyorum...

demet.

Cumartesi, Şubat 13, 2010

uzun zaman sonra ilk defa bir akşam dışarı çıktığımda eğlendim.
sildim tüm eksileri kafamdan;
eğlenicem herkese rağmen dedim_kafamdaki herkes_

tabii bazı insanların varolması, davranış biçimleride etkili oldu bunda. mutluydum.

içtim eğlendim mutlu oldum içimden dans etmek bile geldi yahu... ve utanmadım, engellemedim kendimi. öle yaşadım...
bilmiyorum belki sabahtan zelişle konuşmuş olmak etkili oldu. rahatladım; devamlı kötü biriyim lan ben baskım gücünü yitirdi, serbest kaldım. içimde şimdi belki birini sevmenin verdiği umutta var. onun beni sevmesini isteyebilmenin rahatlığı. kimseyi dinlemicem bu sefer galiba; belki ilahlaştırdığım biri daha olcak hayatımda ama ona söylemeyeceğim. ondan hoşlandığımı söylemeyeceğim. içimde dolup taşsın istiyorum bu duygu. umutlanayım istiyorum. biraz oynayayım istiyorum bu oyunda...

şimdi arkama yaslanmış bu yazılarında internet çöplüğünde nasıl kaybolucağını, aslında nasılda bir anlamı olmadığını düşünüyorum. içimdekileri birşeyle paylaşma isteğimi, nereye yönlendireceğimi bilemeyişim içimi eziyor. insan, doğa, sanal alem hepsini deniyorum, denedikçe aslında sadece bir kişiye ulaşabilmeyi umduğumu görüyorum. bunların hepsi geçici bir heves gibi geliyor. 'şovalye' 'prens' 'romeo' 'anakin' ve milyonlarca filmde geçen romantik aşık adamlar veya kadınlar. hepsi onların yalanları yüzünden oluyor. ben bana yetemiyorum. evet 'yalnızlık Allah'a mahsus'. kabullendikten sonra bunu neye nasıl ne kadar bağlanmalı? benliği ve getirdiği becilliği ile beraber insanlar ne kadar birbirlerinin? bu sahiplenme ihtiyacı ne zaman donar? tüm destanlar, hikayeler bu çabaya dayanmıyor mu? insanlar bu umuda takılmış değil mi?

ne çok soru soruyorum. insan ihtiyacını kısıtlamayı bilmeli evet, ama varolmadığını kabul etmeye çalışmamalı. uğraşıp devamlı başaramadığım bu. hormonlarım var benim, ve olabilecek en üst düzeyde çalışmaya devam ediyorlar; doğam bu; ben buyum.
seviyorum mesela şimdi; söylemicem yüzüne karşı, çapraz yataklarda uyuyabilmek yeterli bana şu sıra. yetmese de kısıtlamayı bileceğim.. bazen teraziler işe yarar; evetleri hayırları ayrı taraflara koyduğum da şu anda hayırlar ağır geliyor bana. bence. doğamı engelleyemem, seviyorum. yokmuş gibi yapamam.

paylaşmayı istediğim bu duyguları, paylaşmak istemiyorum aslında diyip söküp atamıyorum benliğimden de işte. paylaşma isteğimi yok edemiyorum. kısıtlıyorum; sanallık en yakın arkadaşım şimdi. belki sonra daha fazlası...

insan başka bir insanın dudaklarının arasından çıkacak iki kelimeyle ne kadar da mutlu olabilir. bu işte, bence bu; mucizevi...

Salı, Şubat 09, 2010

Difficulty level 1.0

If you need a confidence boost try this one. Simply apply some white face powder and a soulful yet wounded gaze. Mention that you have been alive for a hundred years and that the moment you saw her, you knew she was the one you had waited an eternity for. Refuse to eat or drink anything in her presence and rattle off some sob stories about how much it rains in your small Washington town.

Salı, Şubat 02, 2010

şu anda farkına vardım galiba
içimde bir istek var,
keşfetme isteği...

okuduklarımı anlamak istiyorum artık, tek bir kelime için bile sözlüğe bakmadan,
anlatmak istediklerimi kelime cambazlığı yapmadan anlatmak istiyorum artık.
bu klavyeye her baktığımda, içimden geldiğince yazabilmek istiyorum; içimde gerçekten yazma isteğim bile var.
ama işte bir engel koyuyorum devamlı önüme; mesela bir makale okuyacaksam sözlük açılmalı hemen karşımda. bir kitap okuyacaksam; belli bir zaman ayırmalı, kendimi aşmış olmalıyım. zorlaştırmalıyım herşeyi biraz daha, kısacası. sonra bunları buraya yazdığım için bile suçluluk duymalıyım falan. niye? ben şehir insanı oldum çünkü; teknoloji, zamansızlık, yetiştirmek, güzel olmaya çalışmak, ihtiyacım olmayan kıyafetler alarak kendimi memnun hatta mutlu etmeye çalışmak, zayıf olmayı amaçlamak... çiçeklerim soğuktan donup ölürken; saçlarımı siyaha boyadım ben...

kafamın içinde olmak istemiyorum artık, kaçabileceğim yer hayal dünyam sadece. oysa o bile teknolojinin elinde esir gibi. star wars, true blood, constantine vs vs.
ya da generation kill, the wire, yazıtura vs vs.
bir de tabii, romantikler var. olmayan aşk hayatıma biraz daha abanmam için. geçenlerde hiç unutmuyorum, hayali bir sevgilim bile oldu. unutamıyorum, o bile beni terk etti, çünkü.

Biliyorum uykumdan uyanmak için daha çok kahve içmeli daha çok düşünmeli, daha çok spor yapmalı, daha çok okumalıyım... biliyorum yapıyorum çoğu zamanda; ama işte bazen ne oluyorsa oluyor; artık adına premensturasyon mu dersin, hormon mu dersin, demetselleşmek mi dersin ne dersen de banane; yoruluyorum. daha 24 yaşımdayım ama yorgunum. yetişmeye çalışmaktan, istediklerimi ertelemekten ve daima gerçekçi olmaktan. al işte ilk reddinide aldın bugün. ne sanıyorsam; havada kapıcaklar sanki beni. daha bunun tofılı var, gresi var, personal statemıntı var; var oğlu var. ve inanır mısın düşünürken bile yoruluyorum. yapmak istemiyorum ama gitmekte istiyorum. neden tanrım neden içimde devamlı savaşan iki bilge var. iyi ve kötü demiş insan oğlu buna yıllarca. evet evet her izlediğim filmde de dendiği kafama kakıldığı gibi. tesadüfler olağandır, onları mucizevi kılan seçimlerimizdir. vay be film cümlesi gibi oldu...
Seçimlerim daima doğru tarafta olmuştu mesela lisedeyken. her akşam kendimle savaşırdım; ya dersleri tekrar edicektim ya da oturup televizyon izlicektim. belki tanrının da yardımıyla o zamanlar cnbc-e de bu kadar dizi olmadığından hep ilkini yapardım. sınav zamanı her şeyim tamam olurdu, başarırdım her istediğimi. oo süper demet!! evden çıkmazdım, çıksam 5'te dönerdim. mutsuzdum... ergendim tabii.

şimdi ne yapıyorum? iş ve ev. dışarı çıkmıyorum; çıksam sıkılıyorum. istediklerimi belki cnbc-e yüzünden belki içimdeki bu 'birşey yapmak istemiyorum' tembel tenekesi yüzünden yapmıyorum. tembel bilge her seferinde kandırıyor beni. ağzı çok iyi laf yapıyor şerefsizin.
ve iç saatim devam ediyor döngüye; yapmadığım için kızıyorum kendime, kendime kızdıkça dağılıyorum, dağıldıkça kafayı dağıtmak istiyorum, kafamı dağıtıp zaman öldürdükçe, suçluluk duyuyorum.. en başa çoktan döndüm bak. içimdeki bu devamlı suçluluk hissi bundan dolayı işte. süper demet olamamaktan, olup olup öldürüyorum kendimi oysa; devamlı daha fazlasını istiyorum. isteklerim bitemiyor. bi memnun olamıyorum. niye? çünkü 'iyi' 'çalışkan' olmanın sınırı yok. oysa 'kötüyü' seçmek tembelliği seçmek çok çok kolay... ah birde vicdan azabı olmasa...

söyle bana demet; içindeki bir milyonuncu ses bile yapma derken sen neden hala böyle takılmaya devam ediyorsun? istediğin bu değil biliyorum. bal gibi biliyorum, adım gibi biliyorum. en başından beri hayatının; bir şeyler yapmak istiyorsun, çalışmak, üretmek, bir kitabı yutarcasına sömürmek, bilim insanı olabilmek, tanrım gerçekten kendi kendimi tatmin edebilmek istiyorum: bilgiyle-hayalgücüyle-yetenekle-çalışmakla-içki içmekle-film izlemekle...
vicdan azabından kıvranmadan, çalışmaktan geberecek hale gelmeden...
içimdeki bu meydan savaşı daraltıyor beni. haaalaaa daraltıyor...

2.ii.2010