Cumartesi, Aralık 27, 2008

her şey keşke her şey başlarken bitmese içimde.

geçmişe takılıp kalmışım işte, ha onu ha diğerini aramışım ne fark eder?
aşık olmaktan kaçmıyor muyum durmadan? eski güvenli limanları bu yüzden bırakamamın nedeni bu değil mi? işte sırf bu yüzden ataerkil toplumda yaşamak bu kadar kolay. sen denemiyorsun erkekleri, sen safsın ya onların düşünmesi gerekmiyor senin geçmişte yaşadıklarını.

bu korkutuyor beni, yaşadıklarım değil, onun yaşadıkları. neyin ne kadar içinde olacağım ki? olayları ne kadar anlayabileceğim ki? old christine'daki new christine olmak istemiyorum. oysa hem erkek hem kadın için aynı bu merak. geçmiş merakı, karşındaki insanı o insan yapan mevzuat.

çok enteresan hisler içindeyim. ne yeni kocaman bir yıla ne de yapılacak işler listesine hazırım. açım, ama yemek yemek istemiyorum. tw karşısında pineklemek, düşünmeden hayatımın geçip gitmesini beklemek istiyorum bazen. neden diye sorma, bende bilmiyorum.
yorgunluktan, meraksızlıktan, bazen bazı olayları dan diye anlayabilmemden. kafamın dumanlı olmasını istemiyorum ama öyle şu anda. yeni başlangıçlar atmak için şahane belki her şey ama isteyen nerde? kafam karıştı bak gene, kendi kendime konuşmaktan sıkıldım, alkol alıp unutmaya çalışmaktan sıkıldım, elime aldığım her kitabı yarım bırakmaktan, sonrada suçluluk duymaktan sıkıldım, her şeyi düzgün yapmaya çalışmaktan ve devamlı başarısız olmaktan sıkıldım. istemek, istemek,istemek. sonunda boş bir iskemlede pineklemek. ne oluyor tam olarak bana? nedir bu motivasyon sıkıntısının altında yatan araba? nedir bu anlamsız bakışlarımın altındaki anlamsız beyin dalgam? büyümek istemiyorum ben. küçük kalmak istiyorum.

Pazartesi, Aralık 01, 2008

makinaların çalıştırma düşmesine basmak kadar kolay olsa bir şeyleri başlatmak keşke,
bitirmek ya da. ya da iptal etmek yaşananları.
bulaşık makinama baktım uzun süre. ne güzel dedim hayatımın yarısını kurtarıyor zaman olarak. ama o zamanda ne yapıyorum ki ben?
durmak istiyorum, durdurmak istiyorum bazen zamanı. şimdi bunu yapmalıyım, ama yapmak istemiyorum. o zaman nasıl bir plan çizmeliyim diye sormak istiyorum zaman aralığımda.
cevabını bulana kadar da bir daha başlamasın zaman.
çok şey istiyoruz, o istediklerimizde en iyi olmak istiyoruz. egomuzun süper egoya fırlamasını bekliyoruz, durmadan iletişerek anlatmak istiyoruz kendimizi. nerde duracağız? nerde bitecek bu arayış, iç huzurumuzla nerde sade sade yaşayacağız. eğer cevabı hiç bir zamansa; iç dinamiklerimizi ayarlama, benliği geliştirme çabası neden? daha iyi bir seviye yoksa, son seviye hiç yoksa birilerinden üstünüm durumları neden bu kadar çok etrafta??
insanları etrafımdan uzaklaştırma ihtiyacım belkide bundan kaynaklı, bu soruları soran ve sormaktan hoşlanan, bir barda bu sorular sonucunda kah gülen kah hüngür hüngür ağlayan insanlarla bir şeyler yaşayabilmek istiyorum. ne katacak bu bana sorusu sonucunda yaptığım, otomatiğe bağlanmış bir 'ilerleme' anlayışı değil. belki bu yüzden yanlış anlaşılıyorum. sanki yüzümdeki maskem fazla kaba. durup değerlendiren, 'hmm bu insandan ne alabilirim acaba?' sorusunu soran bir tip. hiç öyle olmasamda-en azından bunu biliyorum ben- böyle etiketleniyorum. oysa tek derdim azıcık mutlu olmak böyle insanlarla takılırken.

sonra kapı çalıyor hep düşünürken. içeri yüzünde komik bir ifade olan demet giriyor. napıyon la sen diyor. cevap vermeye yaltenirken tam, olmuyor. yapamıyorum. yutkunuyorum. sadece uzun bir sessizlik. sonra bir çakmak sesi. uzun uzun içilen bir sigara. içeri giren demet, bende tam böyle diyeceğini düşünmüştüm diyip çıkıyor. o an nefret ediyorum gerçekçi maskemden, belkide benlik parçamdan. ama sonra yok aslında iyi biri o diyorum. gerçeklerden çok uzağım şu anda diyorum. çok çalışmam lazım, ertelediğim tüm işlerime başlamam lazım artık diyorum. internet sayfalarımı kapatıyorum. kitaplarıma dönüyorum. bana dünyayı anlatan, o çok sevdiğim kitaplarıma. sonrasında da 'neden bu kadar uzak kalmışım ben bunlara?' diyorum. sevdiğim demet bunların arasında, kafasını kaşıyan hmm diye düşünen, anlayan, anlamadığında tekrar başlayan, ertelemeyen, durumları her yönüyle düşünmeye çalışan, düzenli, tertipli demet. o demet'i çok özledim. o kadar ki artık rüyalarıma giriyor.
ve sonra diyorum kendime: acaba öyle biri hiç oldum mu ben? yoksa bu bir yanılsama mı???
sorarım sana ey yüce karınca.

Pazar, Kasım 30, 2008

bugün bütün söylediklerim asılsızdır, hükümsüzdür.

Pazartesi, Kasım 24, 2008

pazartesi paylaşımları,
gene kendime bir alışkanlık edindim, pazartesi akşamları telefonla konuşuyorum.
içimden yükselen ses yanlış yaptığımı haykırıyor. dağılacaksın dikkat et diyor. ama bu ses bu ara reklamlarda bile yanıma gelip reklamları hüzünlü anılarla birleştiyor. ağlarken buluyorum kendimi. karadenizle ilgili bir görüntü mü var ekranda; basıyorum gözyaşlarımı, istanbulda iskele mi batmış basıyorum gözyaşlarımı, vapurlu reklam mı var basıyorum gözyaşlarımı...
sonra duruyorum bakıyorum kendime; ne yapıyorum ben??
pazartesileri de işte konuşurken aklıma geliyor 'ne yapıyorum ben?'
artık cevabı belli aslında; bir dostumla konuşuyorum. bu kadar kesintisiz bir düz çizgi.
içimdeki ses onu dalgalandırmak istiyor arada bir, arıza çıksın diye. ama işte her şeyden vazgeçer biriyim bu aralar.

ilk anın heyecanı geçiveriyor mesela hemen, saçmalamıyorum. aklı başında bir kız gibi davranıyorum. öyleyim kahretsin ki.o yüzden bir daha yaşayamıcam aşkı, özlemi, utanmayı, kıskanmayı, arzuyu...

sadece içimde kocaman bir sıkılma arzusu var. çokça sıkılıyorum. her ortamda, kendimle.
katlanmaya biniyor bazen her şey.
oysa kendime neden bu kadar haksızlık ettiği mi hala anlayamıyorum.

Pazartesi, Kasım 10, 2008

ivmeyle başlıyor her şey,
enerjin ivme yapıyor içinde,
koşmak istiyorsun, bağırmak istiyorsun, gülmek istiyorsun durmadan.
sonra aynı hızla terk ediyor seni enerji.
sonra bakıyorsun dışarıdan kendine.
sadece 'kafam karışık yaaa' diyorsun. 'ne yapacağımı bilmiyorum'.
ama hala kafanda bir soru: Neden bu kadar heyecanlandım ki?

cevabı hislerinde gizli. ilerleme ve mutluluğa ulaşma amacında..
onlar seni sürüklüyor ve eğer karşına bir dostun çıkıpta: ama üzüledebilirsin demedikçe anlamıyorsun bunu.
anladığında işte enerjin bitiveriyor. bu çok karmaşık bir şey değil aslında. bireysel ilerlemeni kampçılayan her insanı hayatında tutmak istiyorsun. ve işin tuhaf tarafı o insan içinde aynı anlama gelmek istiyorsun. ve garantisi olmayan durum da bu. ya o beni aynı yere koymazsa sıkıntısı. bu yalnızlığını arttıracak sadece, hatta belki dişinle tırnağınla kurduğun 'bireysel ilerleme!' ütopyanı yıkacak. sıkılacaksın, yok kimse diyeceksin, ne anlamı var diyeceksin. ve başladığın yerden fersah fersah geride bulacaksın kendini. çünkü beyninde kurduğun, varolmasını istediğin garantiler var. tam anlamıyla garanti bunlar. hem sevgi için, hem kırılmamak için, hem ilerlemek için, hem doğal olmak için, hem de kendin için. ama işte bunları tek bir insana bağladığında 2 şansın var. ya evet, ya hayır. ve evet kısmı çoğu zaman şüphelidir.

heyecan hissetmek, ve evet sadece bir şeyler hissedip devamlı gülümsemek çok güzel. ama kaptırmamak gerek, bir insana bağlamamak gerek her şeyi. yoksa dağılırsın. parçalanırsın. darmadağın olursun. ve bu bir insanın sana 'hayır' demesinden daha çok zarar verir bünyeye.

kendime anlatmaya çalıştığım durumda bu. 'evet lan bu o galiba!' tümleci o kadar bozuk ki aslında. hisselerin bir o kadar gerçekken bu tümcelerle durumu, olayı harcamak çok saçma. ve ben devamlı bunu yapıyorum. durduğum yerden gerilere itiyorum kendimi. o olsun çünkü ben yalnızım demeye bile başlıyorum. ve işte tam o noktada hislerin de bir anlamı kalmıyor. tükeniyor.

beklemenin dayanılmaz çekiciliği. olmasını istemenin o dayanılmaz arzusu. ama bu olmadığında da kalıpları yıkmamayı başarmak. işte ancak o zaman özgür olacağım.
çünkü özgür olmak istiyorum...
hani bazen bir şey olacağını hissedersin ya,
olacağını bilirsin ve heyecanlanırsın durmadan.
ama sonra sorarsın kendine
ben niye heyecanlıyım diye???

cevabı yok ki ne diyeyim.
olacaksa bir şey -ki olacak eminim- iyi ya da kötü oluversin.. ama beklemenin tuhaflığı ayrı bir cazibeli sanki.
olmayacaksa da olmasın. sadece hayalkırıklığı olmasın yeter bana...

Pazar, Kasım 09, 2008

pazar sabahı,
yüzümde ablak bir gülümsemeyle yürüyorum
nedenini sormuyorum kendime
sonra rüzgar çıkıyor
sararmış meşe, çınar ve at kestanesi yaprakları saçılıyor etrafa...
durmadan gülümsüyorum

allah allah, hayırdır inşallah...

Salı, Ekim 28, 2008

içimden yazmak geliyor.
evet ve gene biliyorum ki yazacağım.
tutamayacağım kendimi. kendimi yazacağım gene.
belki öykü olur bu; öykü yazacağım evet.
ben! bu türkçeyle!
ama yazacağım.
kendim için. sırf bu benliğin rahat uyuması için.
çünkü kafam karışmıştı; ama kalbim dur dedi bana.
sonunda durdum.
duracağım. durulacağım.

Perşembe, Ekim 16, 2008

nasılda mesudum.
dün geceden beri. aydınlandı tüm dünyam.
anı yaşama çabamı takdir ettim, ilk kez başardım.
hem takdir etmeyi kendimi, hem de anı yaşamayı.
sabırsızım ben, hemen olsun istiyorum her şey. ama artık beklemenin bile tadını çıkarıyorum.
bekledim seni, bekliyorum kendimi.
anı yaşadık biz seninle. paylaştık.
olmazsa olmasın dedik dünyaya, yaşama inat.
olsun kocaman 14 saat yaşadık.
özlemiştim seni, şimdide özlüyorum. hep özleyeceğim.
ben seni kaybetmemişim, sende beni. asla da kaybetmeyelim olur mu?

Çarşamba, Ekim 15, 2008

açıklanamayan onca gerçek var önümde,
çalışılmayan onca ders,
yarım bırakılmış onca yün ve şiş,
yenmemiş yemekler,
atılmayı bekleyen çöpler,
vahşice saçılmış giysiler,
onca kapatılamayan televizyon, internet, müzik, film...

seni arıyorum. kayboldun birden. hey iç sesim dışarda konuşan durmadan sen misin? o mailleri yazan, o durmadan düşünen sen misin? kalkıp giden, kalkıp bir şeyler yap diyen sen misin? yoksa içerilerde bir yerlerde kendini korumaya aldın da benim mi haberim yok??

kırılacak mıyım gene? kırılsam bozulacak mıyım gene? neden yapıyorum bunları? yalnızlık mı sardı dört bir yanımı? konuşmama ne oldu? neden susuyorum? neden heyecanlanıyorum? sen değil misin karşımdaki? sen değil misin? hayal mi görüyorum? kendimi mi kandırıyorum? soğuktan beynim mi uyuşuyor? öleceğim sanırım. içime doğdu bugün. ilk kez hayır şimdi değil, olmaz dedim. sen misin bunları dedirten yoksa. yoksa kendim miyim? seviyor muyum kendimi?
depremden bile korktum ben. noluyor anlat bana.
tell me everything by saying nothing.

huu iç sesim nerdesin? çık dışarıya da oynayalım.

Pazartesi, Ekim 13, 2008

midem bulanıyor hala,
içim içimden çıkıyor sanki.
kendim olamadım gene.
geçmişe saplanıp kaldım.
saçmaladım.
çok çok çok hem de.
ama işte beynim randımanlı çalışmıyor bu ara.
çalıştıramıyorum.
başka şeylerle meşgul hep.
midem hala bulanıyor.
tekila iyi gelmedi bünyeme.
acaba diyorum sen iyi geldin mi bana??
iyi gelecek misin?
yoksa kendimi geçmiş anıların kucağında bulduğumdan, asla rahat vermeyecek miyim kalbime?
konuşamadım. konuşmak istemedim bunları. o iki satır zamanı bunlarla harcamadım. sende bakarak anlattın bana.
geleceği de geçmişi de düşünmek istemiyorum ben. midemin bulantısı geçsin istiyorum sadece. şimdide mutlu olmak istiyorum. böyle çalışsın istemiyorum beynimin. durdurabilir miyimm??
gel-git li duygularımın ta a.q.
Ben sadece olmak istiyorum.
senle ya da sen yokken.

Cumartesi, Ekim 04, 2008

I'm the next act
Waiting in the wings

I'm an animal
Trapped in your hot car

I am all the days
That you choose to ignore

You are all I need
You are all I need
I'm in the middle of your picture
Lying in the reeds

I'm a moth
Who just wants to share your light

I'm just an insect
Trying to get out of the night

I only stick with you
Because there are no others

You are all I need
You're all I need
I'm in the middle your picture
Lying in the reeds

It's all wrong
It's all right
It's all wrong

Radiohead-all i need

Pazartesi, Eylül 08, 2008

bir şey yanlış içimde
hissediyorum.
'good karma!' dedikleri uğramıyor bana nedense hiç...
kalbim daralıyor bugünlerde, hani içim çekiliyor gibi oluyor.
uyumak istiyorum ben, deriin deriin uyumak istiyorum.
kapatılmışlığın verdiği uyuşukluk mu nedir bilmiyorum.
daralıyorum.
oturmak ve uzun süre düşünmek istiyorum, başka derdim yok bu ara.
belki rahat kıçıma battı, bilmiyorum.
ama daralıyorum.
kalkıp tepki verecek gücüm yok benim
yok işte artık.
gitmiş içimde heyecanla titrememe sebep olan duygular.
görmek dahi istemiyorum.
uykum var,
içim daralıyor.
içimdeki ses dargın bana, uğraşmak istemiyor. darıldım bana.
kalkıp gitmek istiyorum.
uğraşamayacağım.
olmuyor.
daraldım.
daralıyorum...

Pazar, Ağustos 31, 2008

saksılar aldım,
içlerine çiçekler doldurdum.
eskiciden eskiyeni dolap aldım
üstüne yepisyeni televizyonumu koydum,
gittim kulplarını değiştirdim.
fotograflarımı karıştırdım.
dijitalden çok önceki o elle tutulan filmleri kokladım
anılar saçtım etrafa,
geçmişi yokladım.
kabuslar gördüm sonra, gizli kalmış sandıkları açmak bozuyor ruh halini insanın..
sevmediğin, inanmadığın işi yapmak zorunda olmak gibi: geriyor adamı.
,
yeni kıyafetler aldım kendime
almaya çalıştım daha doğrusu.
mutsuzluk içinde kıvrandığım o çok şahane alışveriş merkezinde
kendimi olduğumdan daha yalnız, daha aptal, daha savunmasız, daha çirkin hissetim.
tabii ki olmadı denediklerim,
her tarafı ayna olan o soyunma kabinlerinden kaçamadım.
'mutsuzluk sardı dört bir yanımı. baktığım her yerde kilolarım duruyor.' adlı şarkıyı sesli sesli haykırdım.

fark ettim sonra;
ben ancak bir kitapçıda mutlulukla para harcayabiliyorum.
çünkü orda kendinin bilgisiz olduğunu kabul ediyorsun,
kabul ettiğin için alıyorsun.
kimse seni yargılamıyor. yargılayamıyor. çünkü bilgisizlik yargılanacak bir şey değil. o açlığı azıcık hissetmiş bir insan başkasının bilmediğini, sırf kendi biliyor diye, yargılayamıyor; bilmediklerin için ordasın sen, bu kadar.
oysa bir alışveriş merkezinin soyunma kabininde bedenini beğendirmek için yargılanıyorsun.
beğenilmiyorsan mutsuz, beğeniliyorsan para harcayan biri oluveriyorsun. alamıyorsan dışlanmış, alabiliyorsan bir bütünün parçası oluveriyorsun.
ve evet belki de ben mutsuz, alamayan biri olduğumdan, dışlanmışım. dışlanmışlığımın yüzüme vurulmasından, her defasında aynı şeyi yaşamaktan çok sıkıldım.
insanları etiketlemekten bıktım. yoruldum durmadan yüzüme vurulmasından.

iki damla göz yaşı dökmek değiştirseydi keşke her şeyi. mesela o göz yaşlarıyla 6-7 kilo verseydim.
acaba mutlu oluverir miydim??


insan denen soysuz yaratık, uyan artık. tatminsizliğin yüzünden daha ne kadar hırpalayacaksın, hırpalanacaksın?

acı gerçeklerin ardında gizlenen gök kuşağını gör artık. kendine eziyet edip durma. yanlışlar yaptıysan da bu yanlışları sadece sen yapabilirsin, çünkü insansın. ders almaya bak hatalarından, yanlış insanlarla arkadaşlıklarından, kötü huylarından arınmaya bak. olmuyorsa da boşver. geleceğe bak. düşünüp durmanın ne sana ne de dünyaya bir faydası var.

bir küçük çocuktum ilk defa yatağa uzandığımda. ne olduğunu anlayamamıştım. şimdi kendimi büyümüş gibi hissediyorum. daha fazla alçalamazdım gözümde. kendi gözümde bu kadar düşemezdim. düşünce de fark ettim; ölmedim bu yüzden. kendimi kaybetmedim. tosladım bir duvara; yüksekliğine baktım, atlayamadım. etrafından dolaştım. içim yansa da hala o anı düşündüğümde, kendimi affettim.

Salı, Ağustos 19, 2008

sinirliyim çok çok çok çok çok hem de.
hayatıma soktuğum onca gereksiz insan yüzünden sinirlenmek hiç hoşuma gitmiyor oysa.
arkadaş diyip sırlarımı paylaştığım, dost diyip bağrıma bastığım, hatta kardeşim diyip olanca sevdimi sunduğum insanların ne kadar gereksiz, ikiyüzlü ve bencil olduklarını gördükçe içim ürperiyor.

yüzlerine taktıkları 'iyilik timsaliyim' maskelerini çıkarıp atmak, maskelerinin üzerinde zıplamak istiyorum. benmerkezci yaşam biçimlerinin içinde kendilerinden başka aslında kimseyi sevemediklerini anlayamamalarını, anlayabiliyorum. kendilerini bi bok sandıklarından, her şeyi anlayacaklarını sanıyorlar oysa içleri o kadar boş ki... o boşluğu göstermemek için o kadar çabalıyorlar, kendilerini süslüyüp öyle güzel püslüyorlar ki, bir an kaptırıveriyorsun benliğini.

aynı kendileri gibi insanlardan gelen o 'müthişsinnn!' nidalarına o kadar yürekten inanıyorlar ki, senin neden çekip gittiğini düşünmüyorlar bile. cücük beyinlerinin içinde sen suçlusun çünkü. sen ona layık olamadın. bağışlanmayı sen hakediyorsun ya, onlar da seni alttan alıyorlar.
işin komik yanı, sen böyle düşündüklerini biliyorsun. susuyorsun çünkü bu düelloda kazanma şansın yok. sen onlar kadar kaz kafa olamazsın. insanlara değer vermeden onların yanında duramazsın. hatta sevemezsin saygı duymadığın birini. hatta hatta nefret dahi edemezsin. içindeki o kocaman boşluğa katıverirsin o dost bildiklerini de. boşlukta yitip gidiverirler. aynı içinden kalbinden gittikleri gibi.

işin komiği, bu yazıyı üstüne alınacak o kadar kişi var'dı'ki hayatımda, kime ve neye yazdığımı anlamayacak kadar aptaldılar.

Cumartesi, Ağustos 09, 2008

rüya yapar mı bunlar?
bilmem belki dedi iç ses. üstünü okumaya pek bi üşendim.
son bölümlerini izledim avatar'ımın. evet o benim biricik avatarım.)
hüzünlendim sonra, geçmişten kalan üç beş hatıraya bakmak gibiydi, aynı onun kadar hüzün vericiydi.
geçmişten gelen mektupları okumak mesela, fotograflara bakmak sanki ordaki sen değilmişsin gibi
kalakalmak.
ne olmuş lan bana dedi iç ses. yalnızlığın dibindeyken yankılanıyor niyeyse onun sesi.
işte eko yaptı içimde, duvarlarıma çarptı. hava bükme hareketleri yaptı bünyemde; o kadar güçlüydü.
anlayamadım ben hala niye taktığımı. eğlenirken bir güncük olsun, kendime neden ihanet ettiğimi.
bilemeyeceğimde sanırım.
meraktan ölen kediler gibiyim, son miyavlamalarımı yaşıyorum oysa. artık merak etmiyorum insancıkları. onların fotograflarını, onların iletilerini, onların konuşmalarını. etmeyeceğim ya da. şu ufacık kedide usulcacık oturursa, kıvırırsa kuyruğunu oturursa uslu uslu yanı başıma.

sonra kapı çaldı filmde. taa uzaklardan gelen bir yabancı, kendi geçmişimden yabancı kaldığım bir anı geldi yanıma. nasıldı o şarkılar? işte o şarkıları dinlemek gibi. rüyada olmak gibi durum aslında. ne uyanabiliyorsun ne de uyanmak istiyorsun. temiz evindeoturmakdüşünmekbağırmakkızmakhattaağlamak hoşuna gidiyor.
noldu lan bana dedi iç ses. niye beni taklit ediyorsun dedi sonra. hırpaladığın yetmedi mi kalbi mi? sevginle boğduğun? iç dünyamı dikizlediğin? ahkam kestiğin? yetmedi mi sana küçük kedi? hey gidi iç ses hey.

hava bükme hareketleri yaptım sonra büküp sözcükleri geldikleri yere gönderdim. kapıyı kapatıp arkadan 3 defa kilitledim.

rüya yaptırır mı bunlar?
en iyisi arkasını bir okuyalım dedi iç sesim.
kalakaldım.
dönüp gelebilmeme. bu kadar güçlü kalabilmeme. tek kelime etmeden susup, içime gönderebilmeme meraklı kediyi.

hey gidi iç ses hey.
dışarımdaki sen olsan dünyam nasıl olurdu acaba??

Salı, Temmuz 29, 2008

sandığından daha fazlayım dedi delikanlı.
aslında göründüğümden daha çok, daha çok.. diyecekken güzel kız sözünü kesti,
ama ben değilim dedi ben göründüğüm kadarım.
delikanlı sustu kaldı. her zaman ki gibi güdülerini dinlemekten utanmış, sıkılmış bir halde güzel kıza baktı. kızarmıştı gözleri, alerjiden. tam net seçemiyordu kızı. sahiden bu o muydu?
ona daha iyi görünmek için yapıyordu her şeyi; onun için erkenden uyanıyor, onun için çalışıyor, onun için okuyor hatta hatta onun için yaşıyordu. o yüzden göründüğümden çok demesi de anlaşılırdı. ama kız anlamıyordu. o güzel kız sadece delikanlının sadece kendisi gibi olmasını istiyordu. her iki anlamda da ama. yani hem delikanlı delikanlı gibi olacaktı hem de kıza benzeyecekti. olmuyordu ama, delikanlı kızdan 'farklıydı'. bu artık gözle görülür olmuştu. anlaşılır olmuştu ve kızın güzel gözüne giriyordu. teni farklıyı istemiyordu. kalbi istese de aklı reddediyordu. karmaşıktı kafası ama artık kız biliyordu. tek istediği mutsuz olmaktı. mutsuz olup, çevresindekilerin ilgisini çekmekti. ne alaka diyecek oldu delikanlı. o bakışı attı...
anlamıştı sanki kafasından geçenleri. kız dönüp delikanlının suratına; sen beni seviyorsun biliyorum, hem de olduğum gibi seviyorsun. ama ben ne kendimi olduğum gibi ne de seni olduğun gibi sevebiliyorum dedi. artık durmadan mutsuz olmak ve seni mutsuz etmek istemiyorum dedi akabinde delikanlı hayır diyemeden. benim seni yıkmam gerek, mutsuz olup kafama bir şey takmam gerek; biliyorsun huzurlu yaşayamıyorum. durmadan problem çıkarıyorum, ilişkimiz hakkında, senin hakkında. işte bu yüzden senin hayatın da -sen istesen de- olamam. o hayatı, o hayalleri paylaşamam. çünkü sonunda korkup kaçacağım, mutlu olmaktan. ya da başka problem yaratıp zehir edeceğim geleceği. hastayım işte, ilaçlara ihtiyacım var belki bilmiyorum. seni harcamayacak kadar çok seviyorum anla beni dedi kız.
delikanlı telefonu yere attı, üstünde zıpladı. bilgisayarı kırdı. kendini öldürmekle tehdit etti. önce anlamadı kızı. anlamak istemedi. hayellerinin söndüğüne inanmak istemedi. hayatın karardığına inanmadı. hoş zaten kararmamıştı. sadece kız hastaydı, ama hastalığı kendinde aramakla meşguldü. kız son kez çemkirdiğinde; anladı.

kız sustu. köşesine çekildi. son kez elvada dedi.
dedim.

Pazar, Temmuz 27, 2008

ne yazmam gerektiğini tam olarak bilmiyorum.
ne rahatlatır ki beni?
sevgi gösterileri mi? yalnızlık mı? arkadaşlar mı? kendim mi???
asla cevap veremiyorum.
çevreme baktığımda artık kimseye güvenmediğimi görüyorum. kimseyi sevmiyorum. en çok da kendimi. o kadar çok eleştiriyorum ki kendimi, ruh halim o kadar dolambaçlı ki, daralıyorum.
ağlamak istiyorum şimdi. daima istediğim gibi.

neden şikayet ettiğimi, neden üzgün olduğumu bile bilmiyorum.
o 'umut' denen illet yok artık harbiden bünyemde neyseki. gerçekten karamsarım artık. yani 'böle böle olacak yaaa, boşuna üzülüyorsun' diyen şahane iç sesim canımı sıkmıyor artık çünkü bir cinayete kurban verdim onu. evet verdim.

içimde durmadan başka birinin bana göstermesini beklediğim ilgiyle yaşıyorum. birilerinin beni düşünmesini bekliyorum. bekliyorum bekliyorum bekliyorum. sonra o insanlardan nefret ediyorum. surat asıyorum, küsüyorum. git burdan diye kovalıyorum onları. bana ilgi gösterenleri beni gerçekten sevenleri de. nerde kaldı dengem? yok evet,
artık yok.

sadece sıkıldım, daraldım kendimden. artık ne yazacağımı bile bilmiyorum. içimden çığlıklar yükseliyor ama boğuklar ne dediklerini anlamıyorum. yalnızca ve yalnızca eleştiriler var etrafımda. kendimden gelen, dostlarımdan gelen eleştiriler.
çünkü dostluk 'Laf koyabilme özgürlüğüdür!'
dolayısıyla alıngansanız yakın dostunuz olmaz, olamaz.
yalnız ve dışlanmış hissederken devamlı kendinizi gerçekten öyle oluverirsiniz.
yalnızım artık ve dışlandım. böyle hissediyorsam neden bu hisleri engellemek için kendimi ikna çabasına gireyim ki? öyle değilse ne değişir ki? böyle hissetmemi nasılsa engellemiyor, o yüzden uğraşmıyorum artık.

sadece unutmam gerek. onu ve o anıları unutmam gerek. beni daha fazla sevecek bir insan olmayacak düşüncesine alışmam gerek. kendime katlanmam gerek. hep yalnızdım , onunlayken de. bunu hatırlamam gerek. diğerleriyle de öyleydim ve bu benim suçum değildi, asla olmadı. kimsenin suçu yoktu ama işte yalnızlığımı değiştirmiyor böyle olması ya da olmaması.
sevmek, hoşlanmak, heyecanlamak istiyorum gene. yaşadığımı hissetmek istiyorum gene.
kısaca, duygularımın ölümünü sağlayanların aksine kendimle 'MUTLU' olabilmem gerek.
zorluyorum kendimi, kusuyorum işte fazlasını. ve bunları nasıl yazacağımı bilmiyorum.
kafam kadar karışık bi yazı oldu galiba ama kalbim kadar şahsi oldu....

Cuma, Haziran 06, 2008

melankolik
hoş
ne zaman olmadı ki?
olmak için çabaladığı dahi oldu.
enerjim yok demek hep kolaydır da olduğunda durmak da pek kolay iş değil.
ütü yapmış bir kadının uysallığı var üstünde şimdi.
ayrılığı anlatan kıyafetleri gördükçe, ütü pastı ya üzerlerine,
tertemiz oldular artık; hem kendi giysileri hem onun giysileri.
paketleyip göndermek kaldı sadece. ütülenmiş tertemiz giysiler. enerji sarfedilmiş, uysallık gelmiş ruha.
Travis dinlemek gibi. öyle gitmiş heyheyler.
melankolik işte.
neyi neden yaptığını bilmeyen çocuk,
ah ne çok pişman oldun. utanmıyor musun?
neyse ses etme sen. sus öyle hep. hep sus ki sonunda yalnızlığının bir anlamı olsun.
zebralar gibisin; asla evcilleşmeyen. asla medenileşmeyen, asla yapaylaşmayan, ve asla uyum sağlayamayan. sen çocuk, ütü yapmış sakin bayan.
sen
melankolik.
ağlama.

Perşembe, Haziran 05, 2008

olmadı.
denedim,
yapamadım.
beni seveni sevemedim.
yitip gitti,
kayboldu.

her şeyi tükettiğimiz gibi tükettik bunuda dedi
içim ezildi...

Cuma, Ocak 25, 2008

'içimdeki bir şey ölüverdi az önce.
belki dank etti kafama bilmiyorum.
sevemiyorum artık. içimdeki o sevgi bitti.
hayran olmak sevmek değil biliyorum. ama sevdiğime aynı zamanda hayran olmak istiyorum.'
sessizce kayıp gitmek istemiştim eski benliğime ama anladım ki o eski benlik yok artık. gitmiş. unutulmuş.
imdat simidi sanmış beynim Onu aslında
yokmuş.
cesurca davranmam gerek artık. çok cesur olmalıyım.
beynim söylenip dururken; kalbim gerçekten ne yapacak?

çatma kaşlarını.

Cumartesi, Ocak 19, 2008

nedense aynı his var içimde
karşıma çıkacak gene
biliyorum.
bir şeyler olacağını bana önceden fısıldayan biri var benden içeride.
aklımı yitirdiğimi sanırdım küçükken, ya da uzaylıların bıraktığını beni dünyaya.
bir gün mutlaka dünyayı kurtaracağımı bilirdim mesela. hala inansam da buna yaptığım küçük şeylerin bile bir şeyleri değiştirebildiğine inanmamdandır. ölen bir adamın hala bu dünyayı etkilemesi gibi. ölmek bile bir şey veriyor dünyaya. ister inanç, ister umut ister başka bir şey olsun adı. ben hissediyorum böyle olduğunu.
ve sahtekarım. gerçekten.
bazen kendimi o küçük kapanın içindeki fare gibi hissetsem de o labirentten çıkacağımı biliyorum.
dedim ya peynir beni bulacak.
biliyorum.
ya da ben peyniri bulmaya çalışırken çıkacağım labirentimden. kurtulacağım sahtekarlığımdan. ama önemli olan çıkmak olacak. kurtuluş olacak.
önce düşünmem lazım. zaman lazım bana.
çakıl taşları toplamam lazım derinliklerimden ki açılsın kalbime giden kanallar; tıkanan tüm zihin hareketlerim canlanıversin. tarumar olan iç dengem dengeleniversin.
bazen durmak bazen koşmak isteyen her canlı gibi şaşkınım bu ara. ama biliyorum hissediyorum.
çıkacak karşıma.

gerçekten içinden istersen bir şeyler, oluveriyor. ya da oluvereceğini hissedersen gerçekten istiyorsun....

Cumartesi, Ocak 05, 2008

KİLİNK İSTANBUL'DA!!!
kısıtlanmış hissetmek doğanda varsa;
ve sanki sürekli kısıtlanmak için uğraşır gibiysen,
kısıtladıkça kendini sıkılıyorsan
ve bu histen nefret ediyorsan
ama artık bırakamazsan zincirleri
ama aslında bırakmak istiyorsan
sorarım sana ey yüce hıyar!
ne yapacaksın???

evet aslında doğanda var bu,
en özgür velette olsan şu gri gezegende
yine 'amaaan sınırlar beni kısıtlıyor' dersin..

peki ama hayatını bağladıysan bir şeylere
ve artık
değiştirmekten yorulduysan fikirlerini,
evinde oturup
boyun mu eğmek lazım hayata, kadere??

'sen sıkıldın burda,
daraldın.
konuşasın dahi yok' diyen bir iç bünyeyle ancak bu kadar başarılı olunabilir be annem!!
sorup durma 'neden 100 alamadın?' diye
diyebilmen lazımdı belkide geçmişte.
ama gelecekte sorabilecek misin bakalım
neden susmuyorsun diye?

önemli olan o iç huzura varabilmekse eğer
bünyemi değiştirmek istiyorum
ey içimde yaşattığım her cinsten, her karakterden meydana gelmiş halkım
gidin demek istiyorum, zekayı istediğim zaman gelin!
akabinde değil.

belkide sadece protein eksikliğidir.
gezegen beni sallamıyordur.
bilmiyorum ki.
zaten korkunç olanda
aslında
bilmiyor olmak değil mi?