Cumartesi, Aralık 09, 2006

sevgili seninle ben pergel gibiyiz:
iki başımız var, bir tek bedenimiz.
ne kadar dönersem döneyim çevrende:
er geç baş başa verecek değil miyiz?
ömer HAYYAM

sabah uyanmak istemiyordu. okuduğu kitabın etkisiyle mi yoksa gece gece içtiği kahvenin etkisiyle mi ne tüm gece uyayamamıştı. uykuya dalardalmazda rüya görmeye başlamıştı.
kahverengiydi içi rüyasında; eski dostlarının hepsi nefretle bakıyorlardı suratına. ikiyüzlüsün diye bağırıyorlardı. neden hep yalan söyledin bize diyorlardı, neden sürekli sakladın duygularını bizden de oynadın bize. cevap veremiyordu ilk. uzun süre sessizce bekledi. ama sonra bağırışlar artmaya başladı, suçlamalar çoğalmaya.. bu yüzden içindeki son iplikte koptu o da bağırmaya başladı. aynen şöyle dedi:
'sizin yüzünüzden! sizin egonuzdan! söyleyemedim içimdekileri çünkü istemezdiniz. oynadım size çünkü sizleri çok sevdim. duymak istemediğiniz belkide duymaya hazır olmadığınız şeyleri yüzünüze vurmak istemedim. sessiz kaldıkça azarlanmaya alışsam da artık bıktım bencilliğinizden. daima doğru davranan hep siz misiniz ki beni yargılıyorsunuz? geçmişimdesiniz artık ve size hesap vermeyeceğim. geleceğimede almayacağım çünkü hep vermek zorunda olmak istemiyorum..'
konuşma böyle sürüp gitti belki tam hatırlamıyordu. ama uyandığında asla söyleyemeyeceği sözleri suratlara - hayal de olsa- söylemiş olmanın verdiği pişmanlığı taşıyordu. ona göre değildi kalpleri bilerek kırmak kendini koruma uğruna, değildi işte. bu yüzden de hep yargılanacaktı işte.

kalktı. yatağına dışarıdan bir daha baktı. ağlamak üzereydi ama tuttu kendini. sabaha böyle başlanamazdı. rüya uğruna tüm gün çöpe atılamazdı. sessizliği ve aklındaki düşünceleri bozmak için televizyonu açtı. karşısına oturup çizgifilm izledi. reklamlarda kendine kahvaltı hazırlayacaktı ama vazgeçti; sıcak çikolata yaptı kendine. üzerini değiştirmeye üşendi; pijamayla oturmaya karar verdi. üzerine çikolata dökmekten korkmadan içti sıcak sıcak. çizgifilmini küçükken yaptığı gibi bir dakika gözlerini ayırmadan izledi. sabah artık muhteşem bir anıydı. kötü rüya eskide kalmıştı. unutmuştu. kendine sevdiği bir dünya kurdu o anda ve sımsıkı sarıldı ona. kendi olduğu, kendi kurduğu, sadece sevdiği şeylerin olduğu bir dünyaydı bu. ve asla bir şeye değişmeyi ummuyordu. sonra çizgifilmin en heyecansız yerinde kapı çaldı; üzerinde mor bir kazak olan adam kapı da dikiliyordu, hissediyordu bunu. koştu. koştu ona doğru. yani kapıya doğru koştu. koşarken tökezledi, sendeledi. hatta bir kere yere düştü. eli acıdı ama önemsemedi. ona doğru koşarken düşmek bile huzur vericiydi. sonunda erişti kapıya; açtı kapıyı. orada onu bekliyordu işte mor kazaklı adam. huzur içinde bedenini onun kollarına bıraktı. hikayesi de burda bitti.

Hiç yorum yok: