Cumartesi, Haziran 03, 2006

.. Bu gezi küçük kızı iyice afallattı, çok değiştirdi. Burnu, yırtılmış kızlık zarı gibi açıldı,oradan beynine binlerce rengin spermi yüzdü. Artık macunları, kınaçiçeklerini, uzaklardaki tüccarların getirdiği özel kokuları kokladıkça aklından binbir türlü şey geçiyordu: tapınaklar, saraylar, kaleler, esrarengiz duvarlar, halılar, tablolar, mücevherler, içkiler, ikonalar, ilaçlar, boyalar, etler, tatlılar, şekerlemeler, ipekler, pamuklar, cevherler, parlak madenler, yiyecek, baharat, müzik aletleri, fildişi hançerler, fildişi bebekler, maskeler, çanlar, oymalar, heykeller(kendisinin on katı boyunda), yırtıcı hayvanlar, leoparlar, tavuskuşları, maymunlar, beyaz filler, kulaklarında dövmeler, atlar, develer, prensler, mihraceler, fatihler, gezginler(haşmetli bıyıklarıyla Türkler ve o cenaze gününde kendisiyle dost olan yabancı kadar soluk tenli Yunanlılar), şarkıcılar, fakirler, sihirbazlar, akrobatlar, peygamberler, bilginler, rahipler, deliler, bilgeler, ermişler, mistikler, hayalciler, fahişeler, dansözler, fanatikler, şairler, hırsızlar, savaşçılar, yılan oynatanlar, putperestler, geçit törenleri, idamlar, düğünler, baştan çıkarmalar, konserler, yeni dinler, garip felsefeler, ateşler, hastalıklar; sayılamayacak kadar korkunç şeylerin görkemi ve inanılmazlığı hep karşısında kıpırdanıyor, akıyor, sarsılıyor, karışıyor, boşalıyor, dönüyordu. Geniş, girift, tükenmez, sonsuz.
PARFÜMÜN DANSI/ TOM ROBBINS

Hiç yorum yok: