Pazar, Kasım 22, 2009

yaşıyormuş gibi yapabilirsin,
mış gibi.
devam eden hayatının akışını etkileyecekmiş gibide davranabilirsin.
uyku düzeninle oynayıp, yemek yeme alışkanlığını darmadağın edebilirsin.
kendini önemli bir 'şey' miş gibi kandırıp, çalışmaya, düzelmeye çalışabilirsin.

but you know what?!

life is too short.

kendimi hayallerimde dev adamlara çevirebilirim, bir aktrist olabilirim, kim bilir bir süperkahraman bile olabilirim. ama hiç kendim olamam. olmam. olabilen insanlara gıpta ederim. içimde bölünmüş binlerce karakterle, duygu kırıntılarıyla nereye ne olabilirim diyorum, evet devamlı aşağılıyorum kendimi. eee? ne geçiyor elime. hala oturup şu lanet bilgisayarın başına, yararlı bir şeyler yapamıyorum. tüm gün yatakta kalmak istiyorum, hayallerimde yaşamak istiyorum. gittikçe bir histeriye dönüşüyor bu yaşam. nerde yanlış yapıyorum diyorum. hayal kurmam mı, onlara inanmam mı, kendi hayatımı artık anımsayamamam mı problem?

ertele. hayatı, hayalleri ertele. yarına. ertesi aya. ne fark eder; hiç birini yapmak istemiyorsun. hahaha, ne yapmak istediğini bile bilmiyorsun. yalnızken, bunları düşündüğünde, karamsarlığın dumanlandırdığında kafanı, devamlı sigara içmek istediğinde ya da kafanı yastığa her koyduğunda çözümsüzlüğünü görüyorsun durumunun. ve böyle olmak sanırım hoşuna gidiyor. herkes gibi değilsin. siktir. herkes kadarsın. ama içinde umutsuzluğu büyütebiliyorsun. yaptığın hiç bir şey yok bebeğim. eskiden vardı, eskiden ne joss, ne alan vardı; bunlar umrunda bile değildi. gerçekliğin sokaktaydı, kraldın kraliçeydin ama gerçekten hissederdin. şimdi hepsi beynindeler, beynin dağılmış, sulanmış. kahveyle uyanan, uyuşuk, tembel. nerede sosyalliğim? nerede kahrolası başarılarım? yalnızlığa hangisi çare? ve biliyorum hiçbir şey çaresi olmayacak. kabullenmem gerek. aşık olamıcam bir daha, izin vermeyeceğim kendime. kimseye güvenmeyeceğim, mr töre'nin miss versiyonu olacağım. yalnız, mutsuz, asabi. neden? uyduruk geleceğimde neden hep aynı histeri var?

beyaz giyinmiş kadınlar gördüm rüyamda, bembeyaz ciltleri vardı. kırmızı dudakları simsiyah bıyıklarını saklayamıyordu. neden düşlerim bile çarpık? düşlerim bile huzursuz? hayır hayır yanlış anlatmıyorum, kendimle uğraşmıyorum. beynimi kusuyorum. hahahaha kusma kelimesine bayılıyorum.

bilinç akışı gibi. kıçından bakınca olaylara herşey çok daha havalı oluyor. herkes yanlış, herşey seninle alakalı.

bir balık var zihnimde. kahvemin kısmetinde.

-değiştirebilir misin? beni? hayatı? duygularımı?
-hayır. sen kendin yapmalısın.
-yapabilsem, yardım isteyecek kadar alçalmazdım.
-yardım istemek alçalmak mı sence?
-seninleyken; evet.
-ne demek şimdi bu?
-yarın hepsini kafama atacaksın, aldıklarımı, söylediklerini. biliyorum
-ne? nasıl? ne diyorsun sen? biz seninle ilk defa karşılaşıyoruz burada, adını bile bilmiyorum.
-hep aynı numara
-anlamıyorum
-anlayacaksın, senide haplarımla uyuttuğumda, bir önemin kalmayacak aslında
-hani şu yeşil küçük olanlar mı?
-evet, orman kadar yeşiller, kusmuk kadar gerçek.
-öldür beni o zaman. hemen şimdi.
-öldüremem, seninle işim bitmedi.
-ne var başka? bize yazdığın roller neler?
-bilmiyorum, oynamak; seninle ve gerçekliğinle oynamak, hoşuma gidiyor sadece.
-gerçeklik, oynanması tehlikeli birşeydir oysa. benide kendinide yokedebilirsin. bilirsin herkes bazen ipin ucunu kaçırır. sen bile. istersen ipin ucunu kaçırabilirsin. bir bakarsın, asıl istediğin ipsiz bir hayat.
-deneyemem bile.
-neden?
-yalnızım dedim ya.
-güven gerekmez ipler için, geri almayacaksın ki onları bırakacaksın sadece...garantici olma bu kadar
-garantör istiyorum, dna'm da var. bıraır gidersem, son kez kendimede sırt çeviririm gibi geliyor.
-mış gibi yani.
-ipler geriyor beni. oysa. keşke...
-yapabilirsin ve bunlar için bana gerek yok, arkadaşınmış gibi yapabilirim durmadan, ama değilim, yeni tanıştık seninle ve açıkcası seni sevmedim. bu kadar depresan, anti kahraman.
-sevmeni ummuştum oysa.benim olabilirdin. belki sonunda ben olabilirdin. yeni bazen iyidir.
-yeni her zaman iyidir.
-ben olsana biraz, ipsiz bir hayat versene bana.
-hayır, sorumluluk istemem. ipsizim diyorum sana, senin kukla oynatıcın hiç olamam.
-tamam
-umutsuzlanma
-tamam
-öldürsene beni
-yeşil mi olsun, mavi mi?
-yeşil iyidir, boğulmak istemem.
-tamam, elveda; ipsiz arkadaş
-elveda.

Pazartesi, Ekim 12, 2009

şu anda neye kızdığımı tam olarak bilmiyorum,
içimden içimi çeken ve dağlayan bir karanlık var.
sürükleniyorum içine. bir önce yazdıklarımı okuyunca; başa döndüğümü anlayıverdim.
arkadaşlar, iş, aile boğuyor beni burda artık.
ben neden böyle oldum? nerde hissetmeyi bıraktım? nerde yaşamaktan vazgeçtim onu anlayamıyorum.

devamlı daha önemli mevzular dinlemekten sıkıldım, 'önemli' biri olma dürtüsü değil bu ne yazıkki arkadaş olma ihtiyacı. her şeyi yanlış yapan 'ben'! gerçekten çok sıkıldım insanlardan; ciddiyim. devamlı kendini düşünüyorsun demek istiyorum artık. bende ne yazıkki kendimi. bu yüzden anlaşamıyoruz, derdin ne?

zor bir hafta geçirdim ve tek istedğim dinlenmek, yeni haftaya hazırlanmaktı. içmek, sıçmak, eleştirilmek değil. ben ruhen çökmüş durumdayım, parasal durumun zerrece umrumda değil ve eğer benim durumumda senin umrunda değilse çok afedersin de neyi tartışıyoruz? yardım edebildiğimce yardım ediyorum ben bu kadar ama başka bir şey yapamam ben sana. yapmam. içimdeyim devamlı, yanlış mıyım diye tartar oldum her paragrafımı; yanınızdayken ben özgür değilim artık. ciddiyetsiz alınganlıklarım artık gerçek. üzgünüm. yanımda istemiyorum artık sizi. hiçbir şeyim oldunuz artık. hiç olmadığınız kadar anlamsızsınız. siz prensens hazretleri ve bilge kadın. içimden çıkılmayan durumları ben kendim yaratıyorum; sizin sözlerinizi umursuyorum, banane demeliyim oysa. asıl ben buydu ve böyle olacak. yardımlara ihtiyacım var evet, ama artık istemiyorum da.

kendimi nasıl öldüreceğimi düşünürken, buldum kendimi. aynaya bakıp bir tokat attım kendime. ağız dolusu güldüm akabinde. saçmalama dedim. yaşamayı sevmiyorum ve burda özgür değilim dedim. sonra düzelttim kendimi, burda özgür olmadığımdan sevmiyorum yaşamayı. hah! burda da kapattım kafeslere kendimi. neyim var? ne zaman yaşamayı bıraktım ben?? hiç mi yaşamadım anlamıyorum yahu. hissettiklerim ne zaman önemsiz oldu? ne zamandır sadece karanlığı görüyorum ben? işleri, yapamadıklarımı nikeyim. nedir abi sorun? nedir? değer yargılarım mı? değersizlikler mi? hepsinin anlamsızlığı mı? çiftlikte gibiyim? 4 tarafı laflarla çevrili çiftlik. bilim çiftliği. laf bilimi.

beynimin böyle çalışması normal mi? normallik umrumda mı? karmakarışığım. düzelemiyorum! eskiden açardım bir kitap, tüm dünyadan uzaklaşırdım, çalışır öğrenirdim. hayal kurar, hedeflerdim! uğraşırdım. yapardım! nedir mevzu? neyi yapamadım ki istediğim? neyi? nedir bu güvensizlik duvarım??? başardıklarımı mı gözüme sokmalıyım devamlı? bir savaşçı mıyım ki gaza gelmeliyim devamlı? içim taşıyor, evet bazen içimden bir sürü şey yapmak geliyor. devamlı olmuyor bu biliyorum. olmasında zaten o kadar enerjim yok. inancımın arkasından atlıyorum şimdi, inanıyorum kendime. hedefe giden yolda yapacaklarım beni zorlamamalı. zor evet istediğim, gene gidebilmek istiyorum. gitmek! kimsenin yanında, kimse olabilmek. insan hayatın kaç defa yapılabilir bu? istersen milyonlarca defa!! ben 2.yi yapmak istiyorum artık. başka biri olmak istiyorum artık. hedefim bu! bulmuştum çoktandır bunu. derdim ne ayol. zor evet. buraya gelmek kadar zor, burda kalabilmek kadar zor. ama yapacağım. yapmak zorundayım! ve yapacağım!

bu kadar şeyi yazıp sonra okumaya çalışmak ne zor. gereksiz bir sürü teferruat.
zor bir hafta geçirdim, istediğim insanlardan istediğim duyguları alamadım. bu kadar işte sonuç basit. her gün yaşadığım iç sıkıntısı taştıkça anlatmak ihtiyacı, birilerine anlatmak ihtiyacı. o kadar boş ki. tanrım, o kadar anlmasız ki! rutinlerim var, hissetmeden geçiştirmek istiyorum. ama sonuç hissizleşmeyle sonuçlanıyor. o zaman yapmayacağım. anlatacağım, anlatmayacağım bu değil sorun. onlara anlatmayacağım. hayatımın yalanını onlara da satacağım. gerçeklik sadece benim için! o gerçeklikte benim. bırak 'miserable' hayatını senden başkası bilmesin, bilmesin işte. paylaşmak değil çünkü senin yaptığın, kendini acındırmak, aynı annen gibisin. sonra birden asabiyetinle-çünkü onlar seni dinlemiyorlar- baban oluyorsun. evreka! genetik doğruymuş!!! silkin demet! senin paylaşımların yalan zaten. onlarınki kadar sahte.

arkanı dön ve yürümeye devam et. hep yaptığın gibi. Onun yapması kadar doğal bu. hayatına devam et. move on.

Cumartesi, Eylül 12, 2009

İçimde yazma dürtüsüyle çok kezler oturdum bilgisayarın karşısına. Neden bilmiyorum dedim çoğu kez ama aslında tek istediğim içimdekileri yazarak kusmaktı. Kusup rahatlamak, bir blumiğinki gibi yeni gelecek 'yiyeceklere'- ki benim durumumda 'acıtan durumlara'- hazır olmaktı. hem iştahla yemeliydim onları, hem de içimden sindirilmeden çıkmalıydılar. ama bu bir hastalıkmış, yeni yeni anlıyorum ve ilk defa kabul ediyorum rahatsızlığımı; müzmin karamsarlığımı.

Herkes hayatında önemli biri olmak, önemli bir şeyler yapmak ister. Ben de farklı değilim. Dünyayı kurtarmak istiyorum devamlı, mesela. Neyden kurtardığım çok önemli değil. Savaşılabilecek bir düşman yaratmak gerek sadece. Savaş çünkü, yaşama değer katıyor, hayata anlam veriyor, en azından benim genlerimde hep böyle yazıyor. sanıyordum! Şimdi dibe vurmuşken anlıyorum ki, barışı özlüyorum. İç huzurumu, kendime yaptıklarımı, affetmek, yapacaklarımı engellemek istiyorum. Karamsarlığı çağırıp, etrafımı sarmasını istemek, mutsuzluktan güç alarak, yıpranarak, tatmin olmak. Bunun sadece benim başıma geldiğini sanarak, 'önemli kişi olmaya çalışmak', umutsuzluk içinde yapabileceklerimi görmezden gelip, yapamadıklarımdan bahsederek devamlı bir aşağılama yorgunluğu içinde gözlerimi her yeni güne 'daha ne kadarını kaldırabilirim?' diye sorarak açmak. Sıkıntımın nedeni bu, sevgili iç ses. Sandığımdan daha dayanıklıyım. Bir çılgınlık anı geçireceğimi bile bile kendimi telkin edebilme yetisine sahibim. durup dururken ölümü düşündüğümde aklıma hayatı getirebiliyorum hala. Ayrıca hala delirmedim. Kendime zarar vermeyi minimumda sürdürüyorum. Ama en dipte olduğumu gördüğümde ilk defa dehşete kapılıp, olmadık yollar bulmaya çalışmadım. Sanırım yaşımın getirdiği alışkanlıkla, olduğu gibi, sanki Trans halinde, gördüm gerçekliği. Ben buyum işte dedim. Karanlıktan besleniyorum. Çalışmamak için bahaneler bulan birine dönüşüyorum; zor geliyor kabullenmek, o yüzden bahaneler üretiyorum. Şimdi bahanelerde anlamsız geldiğinden sıkılıyorum. Kendi gerçekliğimden, varoluşumdan sıkılıyorum. bunalıyorum. O kadar sakindim ki, sevgili iç ses, orda olup suratıma bakmanı isterdim. Gurur değil bu, yemin ederim, beyaz bir güvercinin uçuşundaki gibiydi herşey, kısa, ahenksiz, beyaz. Barışmak istedim kendi ahenksizliğimle... Gerçeği kendi aynalarımda çarpıtmadan, doğal yalanlara başvurmadan-çünkü artık alışkanlığım oldular- görmek istedim, barışmak için çünkü, tarafların birbirlerini dinlemesi gerekir. Kendime dinlettim kendimi. Aç artık gerçekliğini, dedim. Sonunda gördüğümden utanmadım, süprizle karşılaşmadım, afallamadım. Boşluğun derinliğinden dehşete bile kapılmadım. Hayallerin süslülüğü gibi boğmadı beni 'gerçek' durum.

Tembellik, isteksizlik ve anlamsızlık vardı karşımda. Karşılık alamayan, başkaları tarafından takdir edilmeyen küçük hanımın asabiyeti vardı, ve bu bir öfkeye dönüşmeye meyilli çıraydı içimde. Tembellik sarmıştı dörtbir yanımı, çünkü kolaydı, hazırdı, çabasızdı. Kabullenmek zordu sadece, kabullenip içine sürüklendiğinde; çıkamazdın içinden. Bunu bildiğim, tecrübeyle tasdikleğim için kendimden korkar olmuştum. Korkum aynalarda kendimden tiskinmeye kadar çarpıtılmıştı. Görebilidiğim fiziki durumumum günden güne genişlediği, bunun iğrençliği, güzelliğin kusursuz 'zayıflığı', asaletiydi. Bu kadar klişeyle yaşamak aynı zamanda zor geldiğinden 3. benliğim bunuda çarpıtıyordu, ve gerçekten çok çok uzakta, korkularımın kamuflajının kamuflajında 'sevgisizlik', 'erkek figürlerimin yalpalanması' gibi daha uç durumlar beliriyordu karşımda. İşte bu noktadan sonra saçmalayan beynime indirmeye çalıştığım her tokat, yalnızca gerçeğin daha da derinlere inmesine sebep oluyordu. Sonuçta iç bünyem hedefine ulaşıyor, çözümsüz problemler yumağından biraz gizemli, biraz asabi, biraz mazoşist, biraz kendine aşırı güvenli benliği ortaya çıkarıyordu. bu etiketlenip ben oluyordum. ve aslında varolmayan ben bu etiket altında yaşayageldiğimden ötürü yıpranıyor, yaşamak zorunda olduğum bu durumdan zevkle etrafıma ve kendime dehşet saçıyordum.

Tembellikte, isteksizliğin kardeşi gibidir aslında sadece yapabileceğini bilirsin ama yapmazsın. Tembellikte yapabileceğini bile düşünmezsin, varetmezsin durumu. Daha kolaydır, Tembelcedir. İsteksizliğin dibinde kanımca 'başarısız olma' korkusu vardır. Başarısızlık o kadar korkutur ki adamı, yapmaktan vazgeçersin, istemezsin bile artık. Bu korkum, Benim kendime güvesizliğim; Parçalanmış karakterimin her an yıkılabilirliğinin yüzdesiydi. Ben olmayan 'ben' nin içinde o kadar yabacıyım ki kendime neye nasıl tepki vereceğimi bilmiyorum, bilmediğimden darbelerin nerden gelebileceğini, nasıl korunabileceğimi bilmiyorum. Yolunu bilmeyen bir çoban gibiyim. Sorumluluğum benliği bir arada tutmak, ama Hangi yönden, Nasıl bir kurt çıkabilir bilmiyorum. Bu sıkışmışlık aynı zamanda sıkıntıya, 'kendimi tanımıyorum' sorunsalına, etrafındakilere güvensizliğe, Devamlı kendinden bahsetmeye, İnsanların seni küçümsemelerine katlanamamaya, Düşüncelerine önem verilmesini şiddetle istemeye, Düşünceler ile karakterin aynı şey olduğu yanılgısına düşmeye, Her yorumun saldırı, her eleştirinin nefret haykırışı olduğu yanlışlığının sürüp gitmesine sebep oluyor. Kısacası, isteksizliğin bu taraflı 'eksik görüşlülüğü' anlamsızlığı sürüklüyor, peşi sıra. Sonra Ölüm duygusu ve çemberin başını işaret eden o 'karamsarlık' ile son buluyor.

Oysa, en baştan beri tek gerçeklik korkular. Onlarla yüzleşmek veya yüzleşmemek önemli değil. Sadece kabullenmek gerek. ben korkuyorum tembel olmaktan, (nedeni ne olursa olsun önemli değil), başarısız olmaktan ödüm kopuyor. Yanlış işte çalışıp, kendimi aşağılıyor olmaktan korkuyorum, dünyaya yararsız bir asalak olmaktan, karanlıktan korkuyorum. Devamlı kendimden korkuyorum ben, gerçek beliğimin kırılgan olma ihtimalinden, kendime güvensiz olma ihtimalinden, aptal olma ihtimalimden, sevgisizlikten, kullanıyor olma ihtimalimden, yalnızlıktan korkuyorum ben, evet devasa korkularım var benim ama kader cesaretsiz olana ödüller vermiyor. Aşmam lazım artık bunları. Benliğimi her keşfe çıktığımda, beklentisiz olduğum gibi kabullenmeliyim kendimi, Çünkü birbaşkası asla yapmayacak bunu bana. Ben de zaten yapmıyorum bunu başkasına. Bunu başkalarından bekleyerek, devamlı hayalkırıklığına uğramamın saçmalığını görüyor olmak ne tuhaf. Kendime ders verir gibi bitirmek istemiyorum bu paragrafımı. Gördüğümü anlatmak istedim sadece. kusmak, atmak, anlamsızlaştırmak istemiyorum bu tecrübemi. Dipteyken gördüklerimi yazmak istedim sadece. Unutmamak için, içselleştirebilmek için, kabullenebilmek, barışabilmek için kendimle oturdum yazdım bunu.

Kendime, küçük bir hediye.
Kelimelerim, geri geldiler.
Yazmayı beceremediği düşünürdüm hep ben, -yine başkalarının düşüncelerini içselleştirmem meselesi- ama şimdi oluyor gibi geliyor bana. Yazmak, yazabileceğimi kanıtlar gibi duruyor ya karşımda, büyütmeye gerek yok artık. benim için yeterli bu. Şimdilik.

Pazartesi, Ağustos 24, 2009

...Sen bak nasıl donup düşüyor nağmeler yere
Sen bak nasıl benizler uçuk, nazarlar malul,
Sen bak sitareler nasıl amade-i uful!...

(Yalnızız- Peyami Safa s: 282)


''Sen bak: Nasıl donup düşüyor nağmeler yere;Sen bak: Nasıl benizler uçuk, bezgin bakışlar;Sen bak: Yıldızlarda nasıl hazır, batışlar;Sen bak: Şu buzlu dalgaların uğursuz derinliğine;Sen bak: Şu insanlara zulmedenlere;Sen bak: Ne bünyeler boğuyor ahmakça aşağılanma;Hep devrilen umut ve teselli, sebat ve zekâ!''

(ss. 266). Orhan Karaveli, 90. Ölüm Yıldönümünde Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği, Pergamon Yayını, 4. Baskı, Eylül 2005, İstanbul

Çarşamba, Ağustos 19, 2009

Buffy The Vampire Slayer

kaç yaşındaydım izlemeye başlayalı? her hafta önce perşembeleri sonra cumartesi-pazar akşamlarımı anlamlandıran, yaşama sebebim bile olan 'şey'. ona dizi bile diyemiyorum. hayallerim, sevgi isteğim, aşk özlemim hepsi o diziyle şekillendi. aşık olan adamlar gördüm, sevgili olan adamlar, sevdiğini sırf çok sevdiği için bırakıp gidebilen adamlar, tehlikeli görüntüsünün ardında sevgi dolu adamlar, vampirler, iblisler, hayaletler,cadılar gördüm...
kendi hayatımı sevmezken, içinde yaşamak istemezken, şizofrenliğe doğru ilerlerken; Buffy adlı şahıs benim herşeyimdi. şimdi dönüp baktığımda gülmem gerek o günlere belki. ama ben hala diziyi izliyor, replikleri ezberliyor, kafamda acabalarla düşünüp duruyorum. hayaller kuruyorum hala, süper kahraman hayelleri...

sonra fark ediyorum, buffy güzel olmasaydı, angel onu fark eder miydi? ama asıl önemlisi; angel o kadar yakışıklı olmasaydı, buffy onu gene de sever miydi? her koşulda gene de sever miydi? kıstas nedir? insan bir başkasını niçin sever, fark eder? feromonlar olabilir evet belki ama bu açıklama hiçte romantik değil. başka bir şey olmalı. olabilmeli.

okulda seni her gördüğümde kalbim dursun istemiyorum artık.

Cumartesi, Ağustos 01, 2009

umrumda bile değil.
iletişim çabama ediyim!

aşık olduysam eğer şimdi, neden kalbim kırık?
olmayacağından mı?
söyleyemeyeceğimden mi?
mutsuzum dostum.
seneler sonra kalbim dımdımlamıyor, patlıyor
ve ben bu konuda hiçbir şey yapamıyorum!

tek başımayken üzgünüm.

seni, ya da sana benzeyen herhangi birini istiyorum.

içim daralıyor gene bak.
aşık olmayı bile beceremiyorum.

beni bilenler bilirler; iletişemem ben. sapsarı olurum. yutkunur, içimden konuşurum.
yalnız kaldığımızda bu yüzden sustum. susturamamaktan kendimi, korktum.

bağırmak istiyorum suratına! ne diyeceğimi bilmiyorum oysa.

sinirli misin? yorgun musun? benden hoşlanıyor musun? saçmasapan sorular ütülüyor beynimi. oysa susmak gerek. ya, ama, fakat'lar dinleyecek halde değilim. dağılıyorum. kaçmalıyım. senden uzağa. görmemeliyim bir süre seni. daralıyorum, özlüyor muyum seni?? çabalamalı mıyım?
gerçekten ne yapmalıyım?
kalbim dursun artık, patlayacak yoksa. ne çok duygu birikmiş içimde tanrım. hepsi birden mi çıkmalıydı içimden?

evet evet, ben aşık olmayı beceremiyorum.

Pazartesi, Temmuz 06, 2009

bugün öldüm ben.

içimdeki yarık genişledi ve sonunda beni de yuttu. karanlıktayım. yere düştüm, kapaklandım. öldüm.

sela okunuyor, duyuyor musun?

her sabah duş almalarımdan farklı bu sefer su. sanki ılık. suyun bu kadar hızlı hareket ettiğini bilmezdim, oysa o kadar durgun ki. gözeneklerime işlemiyor su, içime işlemiyor. kayıp gidiyor, ılık.

beyazdan nefret ediyorum. evet hala nefret ediyorum.

herkes karşımda durmuş şimdi, dimdik ayakta herkes. birşeyler mırıldanıyorlar kendi aralarında, duyamıyorum. ne çok sevenim varmış, yalancıktanda olsa ne çok gelen var. tuzlu tuzlu soluyorlar, susuyorlar. mırıldanıyorlar. hiçbiri tanıdık gelmiyor artık bana. hepsi yalan sanki. kızarıklıklar gerçekten göze çarpıyor oysa. burun ve göz çevresinde.

işte denize bakan bir köşe. ohh sonunda. bozkırda değiliz. burayı hatırlıyorum, her haftasonu önünden geçerdik buranın, kampa giderdik. ne kadarda küçüktüm, heyecan doluydum.kumlarla oynayacağım için hızlı hızlı atardı kalbim, belki arkadaş edinirdim,
kesin!
yeni arkadaşlarımla oynardım, denize girerdik belki. eğer annem zorla sokmazsa.
konuşamıyordum daha sanki, ama kızgındım herşeye. doğduğuma kızgındım. sevilmemekten sıkılmıştım. daha 4 yaşındaydım. farkettim.

toprak havalanıyor şimdi. tozudu biraz. nemli ılık bir rüzgar esti. ahh tanrım ne kadar güzel bir yer burası. deniz, toprak. yağmurda yağar mı acaba bu akşam, hani Ankara'da her akşam 5'ten sonra yağan memur ıslatanlar gibi? yağsa ne güzel olurdu.

tahtıma yerleştim şimdi işte. ufacık bir yer açılmış bana özel, ilk defa bir yere tam olarak sığıyorum, ne küçük ne büyük, tamtamına benim işte. istediğim gibi yumuşak toprak, hafif nemli, serin.

toprağın bu kadar yavaş hareket ettiğini bilezdim; hala kapamadı yaralarımı. ama gözeneklerden bu kadar çabuk içeri sızdığını bilmezdim. dindirdi acımı. yarıklarımı yamadı. kapattı.

bugün öldüm ben.

çingeneler kadar korkusuzum bugün, ilk defa! herkes benden koşar adım kaçıyor işte. yağmur başladı çünkü. safi yalnızlığım boşaldı.
hep ben kaçardım insanlardan, kaçıp kendi kabuğuma saklanırdım. şimdi yuvamdayım işte. düş yok, kırıklık yok, nefret yok, sevgi yok. duygu yok burda, içimi kıyan, dehşete düşüren acı yok.
korkmuyorum işte, sokakta çingeneleri gördüğümde hep duyduğum o hayranlık var, kendime, ilk defa. fütursuzluk, sorumsuzluk, saflık, neşe. duyamasamda hiçbirini bu bedenle, aklım sanki anlıyor. kavrıyor. bilinçaltı mı bu? hmm sanmıyorum.

görmezden gelmek, alaya almak, hakaret etmek; şimdi bunların içleri açılıyor bana. insanların o büyük hırsları dökülüyor önüme, nedenleri... evet belki de günah dedikleri.
kendini varetme adına, kendini yüceltmek adına yaptığı oyunlar insanoğlunun; kahretsin çok net artık. acıyı duymasamda, gözyaşı döküyorum hala bencilliğe, özgeciliğe. zihnim tekliyor artık, sanrılar görüyorum, biraz gökkuşağı, biraz dondurma, biraz bıçak, biraz internet. gördüğüm filmler karışıyor birbirine, ben oynuyorum hepsinde, duyduğum melodiler karışıyor benim orkestram çalıyor...
hiç olmadığım kadar benim. boşa geçirdiğim tüm zamanlar; hayatım oluverdiler. hiç olmayan. tatmin olmayan bu beyin susuyor şimdi. derin bir ben imgelemine gömülüyor. hiç zevk alarak yaşamadığım bu hayatın, keyfini görüyor. tekrar yaşıyor sanki. bulanık yalnızca herşey. hep olduğu gibi. gözlüklerim yok belki ondan, ölüyüm ben, hiç olmadığım kadar, belkide ondan.

bugün öldüm ben. evet evet bugün.

d.

Pazar, Haziran 14, 2009

En son ne zaman birine bir hikaye okudun?
Paylaşabildiklerin o kadar az ki.

Bir kitabı içine gömülerek okuduktan sonra gerçekten kiminle konuştun, paylaştın Onu.
Hızın içine gömülmüşüz, sanki zaman bataklık gibi, hızlı daha hızlı olmazsan boğulacaksın.
Gerçekten en son ne zaman iç rahatlığı ile sandalyene yaslanıp güneşin tadını çıkardın?
Evren devamlı genişliyor. Çevren devamlı daralıyor. İçin de daralıyor mu?

Ankara'da ki 6. yılım bu. İlk başladığım yerden fersahlarca ötedeyim. Göremiyorum geçmişi. Yeni bir dönem açıldı çoğumuz için, başlangıçta ve sonda beraber olduğum Ankara insanları için.

Herkes artık kendi hayatını kurma hayallerinin peşinde. Geçen hafta bugündü işte. Biri daha gitti; uçtu denizin olduğu bir memlekete. Bozkırı özlemek zor öyle yerlerde, Bilirim...
duygularımın içimden çıkabilmesi bir haftamı aldı. çok derinlere gömdüm acımı, giderken ağlamamak için, evet sesim titredi, el sallarken Ona, perdenin arkasına saklandım, ama O fark etti. O hep fark eder yüzümdeki kederi, içimdekileri. Aynamdı o benim, Sonsuza giden cümlelerimdi.
beraber ağladığımdı, Beraber ağız dolusu güldüğümdü. Aynı şehirde ayda bir gördüğümdü, tekrar gördüğümde hiç eksilmediğimizdi. sanki dün ayrılmışız gibi muhabbete başlayabildiğimdi. rahatlığı o öğretti bana. boşverebilmeyi. Canım o benim, hep öyle canım olacak.
Yeni bir dönem başlıyor, dediği gibi.
Biz Ankara'ya denizden gelen çocuklar.
Bozkıra bir türlü alışamayan. Güneşi sıcak, gölgesi soğuk yaz akşamında kopuverdik gene birbirimizden. Oysa asla Ayrılmadık.

Bir kitap okursun, paylaşamazsın ya kimseyle duygularını. Kimseye kitabın içinden cümleler okuyamazsın ya hani; işte öyle bir günün sonunda tanıdım hepsini ben. Benim gibi olduklarını bellettiler önce, sonsuzluk gibi gelen o uzun iç çekişlerimi paylaştılar sonra. Kendilerinkini anlattılar sonra sonra. Okumayı, Öğrenmeyi, Paylaşmayı, Kıskanmamayı, Sevmeyi, Sevilmeyi, Yemek yapmayı, Dedikoduyu, Gülmeyi, Ağlamayı...kısacası hayatı öğrettiler bana, büyümeyi sevdirdiler. şimdi görevleri tamamlandı, bozkırda. yeni bir 'chapter' için hayatlarındaki, yeni bir mekana geçtiler. Denize yakın bir memlekate gittiler.

Kalmanın zorluğunu hiç bilmeyen bu bünyeyi, umarım yalnız bırakmazlar. çünkü hiç bırakmadılar....


Ayşeme.

demet
14haziran2009
reader.

Pazar, Mayıs 10, 2009

ruhsal durumun müzikle mi değişir senin,
yoksa ruh durumuna göre mi müzik dinlersin?

bazen karmakarışık olur için, sonra radyoda bir şey çalar, kendine gelirsin ahanda bu dersin.
bazen de mutluyken aniden bir şarkı çıkar, aynı frekansta, ruhun uçup gider içinden.
bugün böyle oldu bana, ruhum uçtu
havalandı gitti.

How can we hang on to a dream?

sihirli kelimelerim yok bugün içimi rahatlatacak.
sadece kalktım bugün kanepemden. kalktım, yemek yaptım. bu kadardı herşey.
herşey hala darmadağın,
ama kalktım bugün kanepemden.
hayalleri ellerinden alınmış goriller gördüm dün gece düşümde, bir filmden alıntılardı.
özgürlük, kontrol çabası değil insanı yaşamaya sevkeden, hep öyle görülse de.
hayaller...
tokyo'yu görme hayali gibi, uzaak
mardin'i görmek gibi, gerçekleşmiş,
kars'ı görmek gibi, yakın..
onlara tutunur insan aslında, ama çocukluktur gözünde ya hayaller, kendine yakıştıramaz belki, bilmiyorum neden bazı durumlarda kılıfını değiştirdiğini kelimelerin. değiştirdiğimizi.
sevgi deriz, deliliğe, vurdumduymazlığa, aşağılanmaya
nefret deriz, arzulara, saplantılara...

şimdi oturdum, oynadığım kelimeleri önüme dizdim, yuvarlak masamda elimde kahvem oturdum baktım onlara bir bir...
sonra radyo'da bir şarkı çaldı,

How can we hang on to a dream?

o an anladım, belki ağlarken aklıma düştü, belki de kahkahalarıma karıştı.
ah hayalsiz, hayalleri çalınmış küçük kız,
ne kadar kırılgansın, ne kadar zayıf.
gösterme sakın kendini
kendine dayan ki görülmesin eziklerin.

oysa yeni hayaller yapsan?
küçük gemiler gibi okyanuslara salsan onları,
yüzmeyeceklerini bile bile yapsan: ya yüzerse diye.
'ya barış olursa bu memlekette' diye kaptırsan mesela kendini,
'ya çevreye duyarlı insanlar olursa, moda olduğundan değil ama' diye topluluklar kurmaya çalışsan mesela, kaptırsan kendini,
'hepimiz dünyalıyız yahu' diyecek devlet adamları olsa mesela, oy versen o partiye....

yeni hayaller, büyük geniş,
hüzünlü de olsa,
içinden çığlıklar atacağına
dayansan bir arkadaşının omzuna, olmadı-yapamadım diye ağlayabilsen sonunda

yaşayabilsen kahkahalarla.

yeni hayaller, büyük geniş,
olduğunda inanamasan
uzun çığlıklar attıran,
içinden hırs yaptığın için böbürlendiğin durumlar gibi olmayan.

şimdi, şu anda bir hayal kur, bir dilek tut.
inan o hayale
inan ki gerçek olsun...

'what can i say, she's walking away
from what we've seen
what can i do, still loving you
it's all a dream

how can we hang on to a dream
how can it ever be the way it seems

what can i do, she's saying we're through
with how it was
what will i try, i still don't see why
she says what she does

how can we hang on to a dream
how can it ever be the way it seems

what can i say, she's walking away
from what we've seen
what can i do, still loving you
it's all a dream

how can we hang on to a dream
how can it ever be the way it seems
how can we hang on to a dream

what can i say, she's walking away
from what we've seen
what can i do, still loving you
it's all a dream

how can we hang on to a dream
how can it will it be the way it seems
how can we hang on to a dream'

Cumartesi, Mayıs 02, 2009

vazgeçtik hızlı koşulardan,
ataklardan,
deparlardan,
midem bulanıyor artık hızlı olmaya, en iyi olmaya çalışmaktan.
bebek adımlarıyla yürümek, konuşmak, sevmek artık benim hevesim...
bahar bile yavaşça geldi bu sene bak dışarıya,
uzat o hantal boynunu camdan dışarıya da, bak!
hayatına bak, başkalarının hayatlarına bakacağına buzlu bir camın karşısında.
izleyeceğine gece gündüz başkalarını, başka insanları...
yaşa işte, çok kısa be hayat.
uzatınca başını, usulca göz gezdirince;
göreceksin nasıl da sabırla açıyor ağaçlar, çiçeğe duruyorlar
hepsinin bir zamanı var, bir sırası var,
bekliyorlar, sabrediyorlar, çalışıyorlar, çabalıyorlar...
dışarıya bir bak nasıl da insanlar yavaş yavaş ilerliyorlar.
hepsinin bir temposu var kendine ait.
hepsi kendi için çabalıyor, çalışıyor.
hayatını yaşıyor. seçiyor, seçiliyor, seviyor, sevişiyor....
bir uzat da bak çevrene, uyuma ayakta,
geçmişine saplanıp, hayıflanıp, pişman olup durma...
herkesin kendine ait bir öğrenme hızı var, yavaş ya da hızlısın diye böbürlenip ya da şikayet edip durma..

nedenler uydurma kendine başlayamadığın işler için,
başlamadım de gitsin, pişman olma...

binlerce senedir tekrar edip duran masalları anlat kendine, iştahla öğren hepsini.
tekrarla ki unutma.

unutma ki, pişman olma yaşayamadıklarından.
çabala ki, tembellikten yapmadım deme...
sev ulan kendini işte, yaşa hayatını,
bak patır patır ölüyor insanlar; geri dönmemecesine gidiyorlar.
geri dönmüyorlar, dünyaya geri veriyorlar aldıklarını, mineral mineral
atom atom geri veriyorlar..
birtek yaşadıkları onlara kalıyor, bir pencereden bakarak son kez kendi hayatlarını izliyorlar.
sıkıntıdan patlayamadan.
hoş bir neden değil bu, uyduruk ama korku her şeyi yaptırıyor insana.
sıkılmaktan korkuyorum artık.


bugünkü dersimiz bitmiştir,
dağılabilirsiniz...

Cuma, Mart 06, 2009

yine bir otel odasında,
tek başına kalma arzusuyla,
iç çekişler yaşıyorsun
belki az belki çok tiksiniyorsun
herkesden.
geçmişe bir sünger çekmen gerek
aldanmışlığını,
sevgini,
kıskançlığını
bırakıp kaçman gerek...

ama bırakmalısın artık 'yetersizliklerini' gerinde
ufukta yeni bir gün doğmalı
sevdiğin kadını,
o kadının hislerinide düşünerek,
serbest bırakmalısın artık.
git, kaç kurtar kendini demekle olmuyor
gerçekten bırakman gerek herşeyi,
oluruyla kabullenmen gerek.
seviştiğin geceleri düşünerek, masturbasyon yapmamalısın artık.
işkence yapmamalısın geçmiş anılara
geleceğe umutla bakmaya çalışmak yerine
sadece geleceğin varolduğunu duyumsamalısın.
yeter artık
kabustan uyanmalısın..

Pazar, Şubat 15, 2009

iki şeyin bir olmasının verdiği o nihayi gücü arama çabası sonunda
yine kendinle kaldığında
hayalkırıklığına uğratıyorsun kendini.
ve 'tek' olmaktan daha güçsüz hissediyorsun kendini.
rüyalarından uyanmışsın,
hayallerini yıkmışsın,
gerçek hayat denen safsata sıkmış canını, sıkılıyorsun
ve değiştiremiyorsun herhangi bir şeyi.

gidiyorsun-geliyorsun
sonunda anlamsızlık dünyasında
yokoluyorsun.

karşındakini severken
anlamsızlaştırıyorsun duyguları
hem kendininkileri hem onunkileri
güvenirken
'mazlum'
güvenilirken
'sahtekar'
oluveriyorsun.
yalan dolan dünyasının bir parçasısın artık.
duyguların yok çünkü
taş doldurdun kalbine.
plastiktan yapılmış
ya da
gazetelerin kuponla verdikleri kırılmaz bardakların camlarından yapılmış
sarımsı kahverengi.

varolma hülyasını dizilerle kitaplarla yoğuruyorsun.
kendine bir dünya kuruyorsun.
almadıkça insanları içine
yalnızlaşıyorsun
yalnızlaştıkça güçsüzleşiyorsun
ama
özgürleşiyorsun bir yandan da...
kimseye hesap vermeden yaşıyorsun
bir de bakıyorsun
hayatında olanları anlatmadıkça
anlatacak mevzun kalmamış.
hep bitap
hep yenik
hep ezilmişsin sanki
bünyen düşünceye engelli
sevmeye engelli
ulaşılamıyor.

Pazar, Ocak 25, 2009

'' Kızaran nara benzersin, dalın tepesinde;
En yüksek dalında unutulmuş, bir ağacın.
Hayır, unutulmuş değil, yetişilememiş. ''

Çarşamba, Ocak 21, 2009

kapanmış binlerce kapının ardında konuşulmuş onca kelime
birbirine değmiş onca el
unutulmamış onca arayış
tatmin olmamış onca ruh
denenmiş onca tehlikeli oyun
samimiyetsiz onca duygu
güvenilmemiş onca insan...

içinden geçenleri bir çırpıda kağıda dök deseler;
günlerdir aklımdan geçen bu cümleleri yazardım o kağıda.
umursamazdım kimler okumuş, kimler önemsemiş, kimler alınmış.
duygusuzluğun verdiği, bünyedeki ketumluk bunu yaptırır adama çünkü.
duygularınla bir olup güvendiğinde,
aldığın karşılıkla uğradığın hayalkırıklıkları
saldırmanı meşru kılar karşındakine..
kendi vicdanında haklısındır,
haklılığın bir anlamı varsa tabii...

çabaların anlamsızlaşır gözünde,
arayışında harcadığın enerji boşadır
karşındaki aptaldır.
senin vardığın sonuçlara hala gelememiştir belki,
belki de evet belkide yalancıdır.

oysa kendi kendine inandırdığın o 'imgeleme' sahip olmak istemişsindir.
kafanda kurduğun o 'imge insanına' sahip olmak istemişsindir.
karşındaki o olsun istemişsindir.
yaşamanın anlamı o olsun, artık bir anlamı olsun istemişsindir.

karmaşıklaştırırsın her şeyi;
hem o imgelemden kopamazsın, hem insanlarla beraber olamazsın,
her şey hemen olsun, tatlıya bağlansın, netleşsin
imgelem canlılaşsın istersin.
karmakarışık olur bünyen.
duyguların hafifler,
'O, 'O' değilse; suçlu odur yahu' dersin
çıkarsın işin içinden.

içinde kurduğun ve devamlı yükselttiğin duvarlarla bağdaşmayan her benlik
yanlıştır!

Oysa aşık olmak karşındakini olduğu gibi kabullenmek değil midir?
değiştirmek, imgelemine uydurmak niye??
konuşarak anlaşmak değil tabir etmeye çalıştığım şey,
karşındakini olmadığı biri gibi yapmaya çalışmak.
olmadığında çekip silahını vurmak,
sensin suçlu diyip işin içinde sıyrılmak.

kalbim ağrımıyor bugün, hissetmiyorum hiç bir şey . . .

koca bir sokak boyunca
ve bilmediğim bir sokak boyunca
elimden bir rüzgarla uçuşmuş
iskambil kağıtlarımı toparlıyorum şimdi.
anlamsız yaptığım,
oynamaktan vazgeçtik çünkü.
ne pişti, ne papaz kaçtı, ne sinek yedili,
istemiyor canımız
sadece tüm eli toplayabilmeliyim bu aralar,
eksizsiz olmalı
jokerler dahil tekmili birden ellerimde olmalı.
yoksa bir daha oynayamam.
oynayamayız.




Pazar, Ocak 18, 2009

sessizlik istiyorum sadece, şimdi.

beynimin bana oynadığı oyunlardan sıkıldım, her gün.

kalbimi her açışımda, yalnız olduğumu anlmaktan bıktım, dün.

istemek mi?
sahip olmak mı?
kader birliği yapmak mı?
özgürce dolanabilmek mi?
bu soruların karmaşasından, ve hepsini birbirine karıştıran aymazlıktan, daraldım; bu yıl.

oysa sadece sevmek-sevilmek istedim,
aşkı dile getirmeden, kırılmaktan korktuğumdan belki
belki duvarlarımı artık çok dik ördüğümden
'cool' olmakla itham edildim.
oysa sadece bir kedicik olmak
o kedicik gibi atlayıp zıplamak, heyecandan yüreği ağzında yaşamak
merak etmek önüne gelen her şeyi
patilerimi savurmak, biraz yakıp yıkmak, biraz inşa etmek
bazen uslu uslu uyumak, bazen miyavlamalarımla mahalleyi ayağa kaldırmak istedim.

tercih oldu bu, tercihim samimiyetsizlik oldu sanırım.
ne istediğini bilememek oldu.
akılda kalan soru işaretleri konuşulmadı, konuşulduğunda anlaşılamadı.

şimdi; yalnızca sessizlik var yüreğimde.
o kadar sesli kahkahalar atamıyorum, yüreğim dayanmıyor. yarısında kasılıp kalıyorum.
kasılıp kalmalarım gibi, bu da her şeyi çok ciddiye almaktan.
'ne olacak ki, 2 haftalık ilişkiler listene yenisini eklersin' diyebilmek
yer geldiğinde, anlatılan her şeyi uslupsuzca yüze vurabilmek
karşındakini darmaduman edeceğini bile bile aldırmamak gerek oysa şu kısacık hayatta.

'cool''luğunun ardında
kısılmış bir ses var şimdi
yalnızsın sen.
uğraşıp durma.
hayalkırıklığı yaşayıp durma
yeter
diyor.
duymuyorsun onu
duygularını sere serpe
güvenerek yayıyorsun ortaya
oysa saklaman gerek
yeri geldiğinde rol yapman gerek
çünkü buralarda
gerçek samimiyet,
malesef bu demek.