Pazar, Kasım 30, 2008

bugün bütün söylediklerim asılsızdır, hükümsüzdür.

Pazartesi, Kasım 24, 2008

pazartesi paylaşımları,
gene kendime bir alışkanlık edindim, pazartesi akşamları telefonla konuşuyorum.
içimden yükselen ses yanlış yaptığımı haykırıyor. dağılacaksın dikkat et diyor. ama bu ses bu ara reklamlarda bile yanıma gelip reklamları hüzünlü anılarla birleştiyor. ağlarken buluyorum kendimi. karadenizle ilgili bir görüntü mü var ekranda; basıyorum gözyaşlarımı, istanbulda iskele mi batmış basıyorum gözyaşlarımı, vapurlu reklam mı var basıyorum gözyaşlarımı...
sonra duruyorum bakıyorum kendime; ne yapıyorum ben??
pazartesileri de işte konuşurken aklıma geliyor 'ne yapıyorum ben?'
artık cevabı belli aslında; bir dostumla konuşuyorum. bu kadar kesintisiz bir düz çizgi.
içimdeki ses onu dalgalandırmak istiyor arada bir, arıza çıksın diye. ama işte her şeyden vazgeçer biriyim bu aralar.

ilk anın heyecanı geçiveriyor mesela hemen, saçmalamıyorum. aklı başında bir kız gibi davranıyorum. öyleyim kahretsin ki.o yüzden bir daha yaşayamıcam aşkı, özlemi, utanmayı, kıskanmayı, arzuyu...

sadece içimde kocaman bir sıkılma arzusu var. çokça sıkılıyorum. her ortamda, kendimle.
katlanmaya biniyor bazen her şey.
oysa kendime neden bu kadar haksızlık ettiği mi hala anlayamıyorum.

Pazartesi, Kasım 10, 2008

ivmeyle başlıyor her şey,
enerjin ivme yapıyor içinde,
koşmak istiyorsun, bağırmak istiyorsun, gülmek istiyorsun durmadan.
sonra aynı hızla terk ediyor seni enerji.
sonra bakıyorsun dışarıdan kendine.
sadece 'kafam karışık yaaa' diyorsun. 'ne yapacağımı bilmiyorum'.
ama hala kafanda bir soru: Neden bu kadar heyecanlandım ki?

cevabı hislerinde gizli. ilerleme ve mutluluğa ulaşma amacında..
onlar seni sürüklüyor ve eğer karşına bir dostun çıkıpta: ama üzüledebilirsin demedikçe anlamıyorsun bunu.
anladığında işte enerjin bitiveriyor. bu çok karmaşık bir şey değil aslında. bireysel ilerlemeni kampçılayan her insanı hayatında tutmak istiyorsun. ve işin tuhaf tarafı o insan içinde aynı anlama gelmek istiyorsun. ve garantisi olmayan durum da bu. ya o beni aynı yere koymazsa sıkıntısı. bu yalnızlığını arttıracak sadece, hatta belki dişinle tırnağınla kurduğun 'bireysel ilerleme!' ütopyanı yıkacak. sıkılacaksın, yok kimse diyeceksin, ne anlamı var diyeceksin. ve başladığın yerden fersah fersah geride bulacaksın kendini. çünkü beyninde kurduğun, varolmasını istediğin garantiler var. tam anlamıyla garanti bunlar. hem sevgi için, hem kırılmamak için, hem ilerlemek için, hem doğal olmak için, hem de kendin için. ama işte bunları tek bir insana bağladığında 2 şansın var. ya evet, ya hayır. ve evet kısmı çoğu zaman şüphelidir.

heyecan hissetmek, ve evet sadece bir şeyler hissedip devamlı gülümsemek çok güzel. ama kaptırmamak gerek, bir insana bağlamamak gerek her şeyi. yoksa dağılırsın. parçalanırsın. darmadağın olursun. ve bu bir insanın sana 'hayır' demesinden daha çok zarar verir bünyeye.

kendime anlatmaya çalıştığım durumda bu. 'evet lan bu o galiba!' tümleci o kadar bozuk ki aslında. hisselerin bir o kadar gerçekken bu tümcelerle durumu, olayı harcamak çok saçma. ve ben devamlı bunu yapıyorum. durduğum yerden gerilere itiyorum kendimi. o olsun çünkü ben yalnızım demeye bile başlıyorum. ve işte tam o noktada hislerin de bir anlamı kalmıyor. tükeniyor.

beklemenin dayanılmaz çekiciliği. olmasını istemenin o dayanılmaz arzusu. ama bu olmadığında da kalıpları yıkmamayı başarmak. işte ancak o zaman özgür olacağım.
çünkü özgür olmak istiyorum...
hani bazen bir şey olacağını hissedersin ya,
olacağını bilirsin ve heyecanlanırsın durmadan.
ama sonra sorarsın kendine
ben niye heyecanlıyım diye???

cevabı yok ki ne diyeyim.
olacaksa bir şey -ki olacak eminim- iyi ya da kötü oluversin.. ama beklemenin tuhaflığı ayrı bir cazibeli sanki.
olmayacaksa da olmasın. sadece hayalkırıklığı olmasın yeter bana...

Pazar, Kasım 09, 2008

pazar sabahı,
yüzümde ablak bir gülümsemeyle yürüyorum
nedenini sormuyorum kendime
sonra rüzgar çıkıyor
sararmış meşe, çınar ve at kestanesi yaprakları saçılıyor etrafa...
durmadan gülümsüyorum

allah allah, hayırdır inşallah...