Salı, Aralık 14, 2010

If you are not broken,
Then no matter what you say or do,
You are just an ordinary person...

Your wrongs are wrong and you have no rights to do them.
You have to regret, you have to apologize
but if, you are broken...
It must be a wonderful life to live,
you could be special once in your lifetime, with that luck you could be loved by those special people...

I am so lost, again.
No surprise for me, it is just me. me, the stupid in the mirror of my mind. me, the ordinary; with needs.
I am so lost
I cry a lot for being something
and now I am watching myself that became nothing. No surprise for me. I deserve this ignorance. I deserve this pain. I am ordinary, I am nothing but bunch of meat.
I wish I could be happy once in my life, with glory I could rise my hand and say I deserve this happiness. I wish I could be someone, not important but someone that made a change, for better. I wish I could. But I know I am not that special. I know I am not that person.

I wish.
this melodrama is just me, inside me. The wish, is just me, to be someone broken.
What an irony.

Pazartesi, Aralık 13, 2010

Beni hayatta rahatsız eden 3 öenmli şey var:

1- Herhangi bir sebepten ötürü uykumdan uyandırılmak

2- Başka insanların pisliklerini toplamak zorunda olmak

3- Maddi-manevi paylaştığım şeylerin paylaştığım insanlar tarafından değersiz görülmesi

Açıkseçik sorulduğunda tabii ki cevap veremiyorum; ama sinirli bir yapıya sahibim. Parlamalarım, huzursuzluklarım bakidir. İnsanlardan bir kere soğudum mu, bir daha ısınmam zordur. Beni sevmeyen insanları daha çekici bulur, beni seven insanlara daha fazla değer veririm. Eğer herhangi biri benden bir "iyilik" isterse, önce bokunu çıkarmadan bu iyiliği anlayacağını farzederim, kısaca insanların yardım istemelerini bende ego parlatıcı sprey olarak algılamam. Yardım etmeye çalışırım, bu düzenimi bozmak, fazladan çaba sarfetmek olsada. Neden? dediğim gibi bu iyiliğin bokunun çıkarılabileceğini silerim beynimden. Öyle bir veriye ulaşılamaz alt benliğimde. Neden? çünkü öyle yapmamaya dikkat ederim ben; kendim. Sonuçta pişman mı olurum; evet genellikle evet. Bu yüzden şu son 2 haftadır izlediğim "House MD" dizisi bana fazlasıyla şey öğretti. Herkes yalan söyler ve herkes bencildir. Benim söylediğim yalan; insanları önemsemediğim. İnsanları ve duygularını kendilerimkinden üstün tutuyorum, isteklerine "evet" diye cevap veriyorum. Veriyorum, Veriyorum... Sonunda aslında insanların bunu sevgiden değilde çıkardan yaptıklarını kavrayıveriyorum. Kimsenin safça yaklaşamadığını anlayaveriyorum; kendim dahilim buna. Beni sevsin, güvensin insanlar diye "hayır" demiyorum kimseye. Sonra bir bakıyorum bu evetler canımı sıkıyor, böğrümü dağlıyor. Çünkü ben yarın gitsem burdan, arkamdan kimse üzülmez, arkamdan kimse ne iyi kızdı demez, ancak yapmadıklarım hatırlanır; hayırlarım hatırlanır. Sinirliliğim hatırlanır. Ben buyum. Bu kadarım ve asıl sinirimi bozanda bu benim. Bu kadar sinirli olmam, bu kadar tepkili olmam insanlara. Oysa onlarsız çok mutluyum ben; kendimle. Kaçmak kurtulmak istiyorum burdan. İster bu dünya de buna ister benliğimin bölünmüş kişiliği...
Cümleyi tamamlarsam kendimden korkmaya başlıcam gene.

Çarşamba, Ağustos 25, 2010

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1015446&Date=25.08.2010&CategoryID=97

Neden bilmiyorum; yüreğime dokundu.
Sarstım kendimi bir kez daha.
İçimin boşluğu yankılanınca, sustum.
Bunu hak ediyor muyum?
Eğer hak ediyorsam! Daha çok çalışmalıyım.
Şikayetçiyim kendimden; evet.
Her zamanki gibi şikayetçiyim.

Odaklanamıyorum artık hiçbir şeye.
Oysa her şey o kadar net olmalı ki.
Oturmak düşünmek için çok güzel günler bunlar.
Ama ben hak edemiyorum bir türlü huzuru.

Yüreğime dokundu bu haber;
Ben hergün saçmasapan şeyler yaparken BURADA
O çocuk, okumak için öldü!
Bu sanırım duygu sömürüsüz bir 'ilk' haberdi benim için
Taa dibine dokundu yüreğimin.
Affetmicem kendimi
Eğer başaramazsam
İyi bir öğretmen olmayı, iyi bir insan olmayı, iyi bir akademisyen olmayı
çalışkan olmayı..
Yüklenmeye devam edicem kendime,
Sırf bu haber gelsin diye aklıma, sırf boşuna ölmemiş olsun diye belki.
Ama ne keder, ölen geri gelmiyor.

Sadece şimdi içimdeki bu duyguyu aktarırsam dedim
kendime
yüklenmemin bir nedeni olur en azından.
Kendimi hor görmemin bir nedeni...
Çünkü çalışmanın bana verdiği hazzı başka bir şey vermiyor.
Ya da vermemeli.

Belki çok ileri gidiyorumdur, kısıtlıyorumdur kendimi ama
denediğim hiçbir şey bana öğrenmek kadar iyi gelmiyor.

Salı, Temmuz 27, 2010

Otobüse binip geri dönmek için can atıyor olmak gibiydi.
Karşındakini dinlemeden devamlı konuşmak kadar yıkıcıydı sanki.
Yatak toplarken belini incitmek kadar can sıkıcı mıydı
yoksa denizde ayağına kramp girmesi kadar can yakıcı mıydı; tam olarak bilemiyorum.
Deniz yatağında sıcağın alnında saatlerce kalmış kadar kızarmış mıydı tenim sezemiyorum.
Yeni ayakkabının ayağını vurması sonucu ayakkabıyı giymekten mutsuz bir kadın gibiydim.
Seni her öptüğümde duyduğum boşluğun yankısı;
çok uzaklarda yağmurun yağması kadar doğal geliyordu bana.
Henüz delirmedim, henüz bir şey hissetmedim
herşeyin 'seninle' alakalı olmasına daha içerlemedin(m);
kaderime dil döküyorum ben şimdi.
Her sene; koca bir populasyondan seçtiğim 'tuhaf insan' yüzdesinin büyüklüğünü, standart sapmasını ve varyansını hesaplıyorum.
Evet; gerçekten dehşete kapılıyorum.
Farklı zihin akışı yolunu takip etmekten, bunlara uymaktan, uydurmaktan, sıkılmaktan, daralmaktan dolayı geçici olarak kapattığım kendimi.
Düşünmeyeceğim, yorulmayacağım.
Seni dinlemek Allahın emride beni dinlemen bir lütufmuş sanki bebek; Bir 'y' kromozomunun bu kadar fark yarattığını bilemezdim. Bilemedim; ''Beğenmek'' sadece sevişmekmiş, aşk zaten hiç olmamış, sevgi: Herkesin sevgilisi. Bencillik ne menem bir şeymiş arkadaş. Kapitalizm; emperyalizm, kanımıza işlemiş. hep bir hakimiyet hep bir istek hep bir ben ben ben hep bir para para para.

His yoksa... dedi iso; his yoksa çabada yoktur diye tamamladı. zaten erkekler çabalamaz dedi. hislerinin peşinden giderler diye tamamladı sözlerini.

Aydınlık geldi dedikleri. Bu kadar ne için kasıyorum diye sordum; sesli düşünmüşüm. Bende anlamadım dedi iso.
Haklıydı.

His yoksa..

Çarşamba, Haziran 30, 2010

Daha fazlası her zaman var mıdır?

İstersin hep hep hep daha fazlasını; denersin

Şu anda mesela; karnının ağrısı geçsin; şu makaleler beynime girsin, şu okuldan kurtulayım dersin.

Peki sorarım sana; Bunlar için ne yapmaktasın??

En kolayı Hap yutarsın, eve gider dinlenirsin vs. vs.

Sen burda oturup; burdaymış gibi görünmeyi tercih ediyorsun.

Makale düzenliyor ama onları okumuyorsun, okullar beğeniyor ama yazmıyorsun..

Senin gibilere tembel deniyor kardeşim; Tembel.

Yat ve bir daha kalkma bence; uyu uyuyabildiğin kadar; hayal kur kurabildiğin kadar.

Yanından yamacından insanlar geçsin, sevsinler seni; sonra bozuluversin her şey sen daha bir şey anlamadan.

Anlayışlısın; çünkü anlamak için; kızmak için; biraz olsun enerji gerekli.

Arkana dönüp baktığında; hayallerden başka bir şey olmadığını gördüğünde
umarım kardeşim
umarım

Çok geç olmaz.

Yapmak istediklerini gerçekten istiyor musun?
bunları gerçekleştirmek için gerçekten bir şeyler yapıyor musun??
lütfen ama lütfen kandırma beni;
beni bari kandırmaya çalışma.
çaba of o mühim çaba
bende eksik artık.
gereksiz insan ilişkileri için harcıyorum o çabaları
ev toparlamak için harcıyorum enerjimi.
bencilliklerle yoğuruyorum kalbimi.
kırıldım gene işte; paramparça oldum ve inat yapıyorum.
aramıcam!
aramıcam!

gereksiz bir çaba gene işte sahalarda.
bunun yerine 2 kelam öğrensem keşke.
2 yeni gelişme kapsam makalelerden
kendimi ingilizce kurslarına piano kurslarına versem.
ama olmaz
o zaman
mutsuz olabilirim.
beceremeyebilirim en basitinden.
beceremeyince ne olur???
hayalkırıklığı!
gel hayatımın yarısına bak; ne göreceğini çok iyi biliyorsun. Reklamsız dünyanda hayalden ve hayalkırıklığından bol başka bir şey bulamayacaksın. bunlardan kaçma yolun korkaklık bebek! korkak, ürkek ve tembelsin.
bulaşıcı bir hastalık gibi. eskiden yapmadığım ve asla yapmam dediğim her şey bulaşıyor şu sıralar üstüme.
boşta; boşluktayım.
Aramıcam.
bir de onunla uğraşmıcam.

Daima yaptığım gibi günün geri kalanını planlıcam az sonra.
1- Tv seyret
2- Abur cubur ye
3- Tv'den sıkıl Film izle
4- Kitap okumaya çalış, yapama
5- Sakal'a gidip bira iç
6- Muhabbet et
7- Uyu

bu sanırım; gayet açık bir ölüm fermanı kardeşim.

Aynı şeyleri döndür döndür yaşa halindesin
ve üzgünüm kendin için aslında hiçbir şey yapmıyorsun.
her şeyi obur ve şımarık çocuklar gibi başlayıp başlayıp yarım bırakıyorsun.
kendinden hala nefret ediyorsun
bilimadamı olamayacak kadar unutkan ve dikkatsizsin

daha sayamıcam kardeşim; karındeşenim.
silkenmen gerek demekten dilimde tüy bitti.
hareket yok artık sende.
içindeki o tel kopuvermiş.
üstüne geldikçe ağlama eylemini bile gerçekleştiremiyorsun.



Tüm bu yazmak istediklerime dönüp dönüp bakıyorum. Dişi olmanın; 2 huyluluk olduğunu hatırlıyorum. Kendimi kötü hissettirmenin ne işe yaradığını bilmesem de yüzüme bunları açık açık söyleyince; progesteron hormon seviyemde sanırım ufak çaplı bir oynama oluyor... Ağlıyorum. Düşün bir kere ağlamak için her ay yoğun bir aşağılama gerçekleştiriyorum kendime. Arada başka insanların sözlerini, hareketlerini de ekliyorum buna. bu sayede daha inandırıcı oluyor çünkü. Sonuçta kendime inanmıyorum. Bu ruh halini bir kere olsun yaşayan çoğu insan kısa süreli haplar kullanıyordur sanırım. yani bence. Bu kadar kötü görmek kendini beceri isteyen bir şey sonuçta, ki daha dış görünüşümle ilgili fikirlerime hiç girmedim...

Progesteronun vücudumun kimyasındaki etkilerini bilmekle beraber; beynimde yarattığı hasarı henüz anlamış değilim.

Salı, Haziran 22, 2010

sanki seneler olmuş bir şeyler yazmayalı...

beynimi duygularımdan ayırdığımdan beri; tez yazıyorum, tez sunuyorum; tezle yatıp kalkıyorum...

sakin, sessiz, tek düze yaşayıp gidiyorum işte.

üzmek ya da üzülmek istemiyorum.

süper kahraman olmak istemiyorum.

Sadece ufacık bir parçamın şu anda duyduğu merak; günümü güzelleştiriyor.

Heyecanımı içime gömdüm. fazla telaşlanmak istemiyorum; fazla bağlanmak istemiyorum.

Yanlışlar gözlüyorum devamlı; belki hayatıma girmiş tüm adamlar yüzündendir.

önceden mimliyorum, yargılıyorum, huzursuz ediyorum.

sade ve sessiz kalmak niye zor bu kadar. Geçmiş neden boğuyor seni? çok fazla hata yapıp çok fazla ödün verdiğinden. Sevgiye aç kurtlar gibi saldırınca; hem kendini hem karşındakini parçalıyorsun, karşındakini; sevdiğini öldürüyorsun. bağırsaklarını deşiyorsun, kalbini yiyorsun, akciğerler söküyorsun; sonrada kalkıp o iç organlarla oynuyorsun. ellerin kan revan içinde; gözlerinde bir umut; tutup sallıyorsun etrafa. Artık çok 'geç'ken, çabalamanın anlamsızlığı ısıtıyor kanını yavaş yavaş. Umut şizofreniye varıyor. Sonra karşındaki etler, kemikler, gözler, saçlar, kaslar, böbrekler, beyin ve kalp canlanıyor; yeniden bir bütün oluyorlar sanki. Hem çarpık, hep yalan.

Gerçeğin kusmuğu yüzüne çarptığında; dağılıveririsin. şimdiye kadar oynadığın hayatında baş kahraman bile değilmişsin der gizli gözler, o seni hiç sevmemiş der gizli kulaklar, seni kullanıyor der gizli bir dil. ister şeytan de onlara, ister iç bunaltın. Sonunda asıl onlar kahraman olurlar, baş aktörler, belirleyiciler.

Bu mu tüm yapabildiğin? hayaller kur; gerçekler yarat kendine. Sonra hayalkırıklıkları yaşa; ama suçlu ölü bir beden olsun. Silikliği ve kaybetmeyi; numaralar haline getir; Oyna insanlarla. adına sevgi de.

Açken daha iyi çalışıyor kafan. Televizyon izlemediğinde ya da. Filmlerle, hayallerle boğuşmadığında. Kriz anlarında hep yaptığın gibi sakin. İç dialoglarını yaz dur, durmaksızın yaz ki içinde kalmasınlar.

Yeni yeni insanlara yeni yeni değerler yükle, yükle ki; kırılmaya biraz daha dayanıklı hale gelebilesin. İçin kan ağlarken az biraz daha gülebilesin. Çünkü duygu göstergesi; su balesi.

nefes al; al enginlere. boğulma korkun olmasın. su yuttuğunda gülümse; gülümse ki, yaşamak için bir şansın olsun, Boğulduğunda bile gülümse; gülümse ki, alsın şanın yürüsün.

demet.

Cumartesi, Mart 06, 2010

sararan gazete kağıtları kadar acıklıydı durumum.

içim içime sığmıyordu; ve beni kimse anlamıyordu.

sanki hiçbiri hayatında hiç aşık olmamış gibiydi...

Evet biliyorum, acayip abarıyorum böyle duygu fırtınalarında.
belki de gerçekten çok pis sıkıcıyım.
daima ilgi bekleyenim
farkındayın aslında.
bazen vazgeçiyorum işte mutsuzluğumdan
inişsiz çıkışlara kaptırıyorum kendimi.
kimseyi aldatmıyorum da.
düzeltip içimi yazasım geliyor, biri dan diye yüzüme 'sen de fazla mutlusun ki' dediğinde, diyebildiğin de.

Kalkıp düzelttim üstümü bugün.
horozlu şemsiyemle bir çingene kadar özgür dolaştım.

güneşte unutulur ya hani gazateler
sararırlar
çok hüzünlü gelir bana; bir şeyin olduğundan daha eski, daha yıpranmış görünmesi.

okuyorum okuyorum bitmiyor kitaplarım
ama ben hep, okuyabileceğimden daha çok kitabım olsun istiyorum.
bu hayatımdan sıkıldığımda yeni hayatlar başlatmak isiyorum.
bazen aşık, bazen mutlu kadın, bazen usanmış feminist, bazen güzelliğe saplantılı antifeminist, bazen iri, bazen süslü, bazen dejavu, herşey ama herşey olabilirim.
oluyorum da.
farkında olmadan bir bukalemun olabiliyorum.
çift cinsiyetli, ortama göre şerbetçi.
ah ah aşık olamamak en zoru
kendikendinle kalakalmak.

hem kimseye ihtiyacım yok, hem herkese ihtiyacım var.
istediğim zaman kalkmak istiyorum.
kalkıyorum artık.
mutsuzluk çeşmelerini söktürdüm parkımdan.
acı sularda yüzmek falan istemiyorum.
aşık kadını oynamak istiyorum gene
bu sefer daha iyi oynayacağım; Söz!

çarpıp geçen kelimeler gibi.
içimde çarpan
anılar var.
hepsini silmek
'take it easy' modunda takılmak.
gülümsemek
ve çevremdeki herkesi gülümsetmek
istemek?

saçmalıyor muyum?
imkansızı mı istiyorum??
Ulan Acaba?

gazeteler, onları balkonda bırakmamalıyım
yağmurda sararmıyor, kusmuk gibi oluyorlar.
kusmuk; en gerçekçi kelimem.

Hiçbir zaman
ya da herzaman
hazırlıksız olmak

kapatamamak tüm duvarları
kolaylıkta
yıkılmak
duyguların değişkenliğide buradan gelmiyor mu? Sanki?

yıkanmak için harcadığım zamanda
bir insan
kaç insanla sevişirdi acaba?

sen kaç insanla seviştin? ha? Acaba?

Gazeteler, eski gün haberleri.
haber yeni demek anlamınada geliyorsa şimdi ben anlatım bozukluğuda yapmış oluyorsam
sen beni
gene de
anlamazdın di mi?

ah ah hiç belli edemiyorum, bir kadın gibi bakamıyorum.
utanmışlığımdan mıdır ne, gözlerinin içine baktığımda bu dünyadan kopuveriyorum.

kahkaha atsana, sırf benim için, gene!

Hiç aşık olmamışlar gibi, hah,
hayatlarında hiç aşık birini görmemişler gibi, hah!
anlatmak istemiyorum size işte bir daha, alın size koca bir nah!

''dert dert dert, tasa tasa tasa, ah en büyük benim derdim,
en acıklı benim hayatım,
herkes bana borçlu, herkes beni çekmeli,
aslında isteyerek yapmıyorum, içim sıkılıyor, işler bitmiyor...''
kahverengi derili plastik oyuncak bebek;
kurmalı çalışıyor gibisin.

okuduğum kitaplar üslubumu değiştiriyor.
düşünce kalıplarım yavaştan değişiyor.
ve evet çok sıkıcıyım.
düzenli bir şekilde değişebiliyorum.

inişimi görecek kadar çok yaşamak istemiyorm,
bu çıkışın sonu son değil; bebek!

ha evet,
şikayet edesin gelmiş senin
oysa kimse kimseye borçlu değil,
televizyondaki yakışıklı aktör abi dedi bugün
evet şanslı doğdum da bundan kime ne? diye
haklı gibime geldi
haksız yere tepinmeyi, bunları hak ettim ulan demeyi bırakmak lazım gelir artık
şanslıydım yani de bundan kime ne?
şansız olmak ne zamandan beri bir erdem?
ne zamandan beridir?
fakirlik edebiyatı, acıların çocuğu bakışları?
kim öğretti bize bunları??
ve neden benimsedik bunları??
Şansım yüzünden ya da aldıklarım yüzünden utanmayı hangi şerefsiz belletti bana?
getirin onu;
hemen şimdi dikin önüme de 2 kunkfu numaramla ağzını burnunu kırayım onun!

radyo eksende cover çalıyorlar; bir şahane!
hep bildiğin şeyleri başka türlü görmek
hep dinlediklerini başka türlü dinlemek kadar
rahatsız edici ama bir o kadar da güzel başka ne var? ha?
söyle bana pilli oyuncak, hangi dağda öldürdüm ben şeytanlarımı?
hangisiydi, hangi kitaptı? hangi rüyamda?
silmek istiyorum
silip bitirmek istiyorum
sinirimi, mutsuzluğumu, 'erkek figürsüz büyümenin verdiği görgüsüzlüğümü'

silkindim, şimdi
silkindiğimde
benden havaya uçan
benden kopmuş
zerreciklerin
tekrar
bana geridönmelerini, tekrar içime işlemelerini
engellemem gerek;
kaçmalıyım.

korkma
kaçabilirsin.

d.

Pazar, Şubat 14, 2010

tüm tredyaların, efsanelerin, filmlerin konusu ying-yang olmak zorunda mı???

iyi-kötü
aşk-nefret
aşk-gurur
hayat-ölüm
jedi-sith
katil-polis

sanki biri dengeyi bozsa her şey parçalanacak gibi.
gerçekten bunların dışında bir şey yok mu?

hep farklı olmak pompalanıyor bünyeye. farklı ve anlamlı olmak...
hangimiziz bu? yani hangimiz böyle hissediyoruz? kaçımız?

işin komiği böyle olmadığımızdan daha mutsuz olmaya programlıyız da...
farklı, ucube, keşfedilmeyi bekleyen yetenek, dünyayı kurtaran kahraman, tuhaf ama zeki, çirkin ama çekici..
oysa o kadar amasız yaşıyoruz ki...
peh amma ahkam kestim akşam akşam.
ama fikrim gelirse eğer; bir gün oturup bunlardan arınmış bir şey hayal etmek istiyorum...

demet.

Cumartesi, Şubat 13, 2010

uzun zaman sonra ilk defa bir akşam dışarı çıktığımda eğlendim.
sildim tüm eksileri kafamdan;
eğlenicem herkese rağmen dedim_kafamdaki herkes_

tabii bazı insanların varolması, davranış biçimleride etkili oldu bunda. mutluydum.

içtim eğlendim mutlu oldum içimden dans etmek bile geldi yahu... ve utanmadım, engellemedim kendimi. öle yaşadım...
bilmiyorum belki sabahtan zelişle konuşmuş olmak etkili oldu. rahatladım; devamlı kötü biriyim lan ben baskım gücünü yitirdi, serbest kaldım. içimde şimdi belki birini sevmenin verdiği umutta var. onun beni sevmesini isteyebilmenin rahatlığı. kimseyi dinlemicem bu sefer galiba; belki ilahlaştırdığım biri daha olcak hayatımda ama ona söylemeyeceğim. ondan hoşlandığımı söylemeyeceğim. içimde dolup taşsın istiyorum bu duygu. umutlanayım istiyorum. biraz oynayayım istiyorum bu oyunda...

şimdi arkama yaslanmış bu yazılarında internet çöplüğünde nasıl kaybolucağını, aslında nasılda bir anlamı olmadığını düşünüyorum. içimdekileri birşeyle paylaşma isteğimi, nereye yönlendireceğimi bilemeyişim içimi eziyor. insan, doğa, sanal alem hepsini deniyorum, denedikçe aslında sadece bir kişiye ulaşabilmeyi umduğumu görüyorum. bunların hepsi geçici bir heves gibi geliyor. 'şovalye' 'prens' 'romeo' 'anakin' ve milyonlarca filmde geçen romantik aşık adamlar veya kadınlar. hepsi onların yalanları yüzünden oluyor. ben bana yetemiyorum. evet 'yalnızlık Allah'a mahsus'. kabullendikten sonra bunu neye nasıl ne kadar bağlanmalı? benliği ve getirdiği becilliği ile beraber insanlar ne kadar birbirlerinin? bu sahiplenme ihtiyacı ne zaman donar? tüm destanlar, hikayeler bu çabaya dayanmıyor mu? insanlar bu umuda takılmış değil mi?

ne çok soru soruyorum. insan ihtiyacını kısıtlamayı bilmeli evet, ama varolmadığını kabul etmeye çalışmamalı. uğraşıp devamlı başaramadığım bu. hormonlarım var benim, ve olabilecek en üst düzeyde çalışmaya devam ediyorlar; doğam bu; ben buyum.
seviyorum mesela şimdi; söylemicem yüzüne karşı, çapraz yataklarda uyuyabilmek yeterli bana şu sıra. yetmese de kısıtlamayı bileceğim.. bazen teraziler işe yarar; evetleri hayırları ayrı taraflara koyduğum da şu anda hayırlar ağır geliyor bana. bence. doğamı engelleyemem, seviyorum. yokmuş gibi yapamam.

paylaşmayı istediğim bu duyguları, paylaşmak istemiyorum aslında diyip söküp atamıyorum benliğimden de işte. paylaşma isteğimi yok edemiyorum. kısıtlıyorum; sanallık en yakın arkadaşım şimdi. belki sonra daha fazlası...

insan başka bir insanın dudaklarının arasından çıkacak iki kelimeyle ne kadar da mutlu olabilir. bu işte, bence bu; mucizevi...

Salı, Şubat 09, 2010

Difficulty level 1.0

If you need a confidence boost try this one. Simply apply some white face powder and a soulful yet wounded gaze. Mention that you have been alive for a hundred years and that the moment you saw her, you knew she was the one you had waited an eternity for. Refuse to eat or drink anything in her presence and rattle off some sob stories about how much it rains in your small Washington town.

Salı, Şubat 02, 2010

şu anda farkına vardım galiba
içimde bir istek var,
keşfetme isteği...

okuduklarımı anlamak istiyorum artık, tek bir kelime için bile sözlüğe bakmadan,
anlatmak istediklerimi kelime cambazlığı yapmadan anlatmak istiyorum artık.
bu klavyeye her baktığımda, içimden geldiğince yazabilmek istiyorum; içimde gerçekten yazma isteğim bile var.
ama işte bir engel koyuyorum devamlı önüme; mesela bir makale okuyacaksam sözlük açılmalı hemen karşımda. bir kitap okuyacaksam; belli bir zaman ayırmalı, kendimi aşmış olmalıyım. zorlaştırmalıyım herşeyi biraz daha, kısacası. sonra bunları buraya yazdığım için bile suçluluk duymalıyım falan. niye? ben şehir insanı oldum çünkü; teknoloji, zamansızlık, yetiştirmek, güzel olmaya çalışmak, ihtiyacım olmayan kıyafetler alarak kendimi memnun hatta mutlu etmeye çalışmak, zayıf olmayı amaçlamak... çiçeklerim soğuktan donup ölürken; saçlarımı siyaha boyadım ben...

kafamın içinde olmak istemiyorum artık, kaçabileceğim yer hayal dünyam sadece. oysa o bile teknolojinin elinde esir gibi. star wars, true blood, constantine vs vs.
ya da generation kill, the wire, yazıtura vs vs.
bir de tabii, romantikler var. olmayan aşk hayatıma biraz daha abanmam için. geçenlerde hiç unutmuyorum, hayali bir sevgilim bile oldu. unutamıyorum, o bile beni terk etti, çünkü.

Biliyorum uykumdan uyanmak için daha çok kahve içmeli daha çok düşünmeli, daha çok spor yapmalı, daha çok okumalıyım... biliyorum yapıyorum çoğu zamanda; ama işte bazen ne oluyorsa oluyor; artık adına premensturasyon mu dersin, hormon mu dersin, demetselleşmek mi dersin ne dersen de banane; yoruluyorum. daha 24 yaşımdayım ama yorgunum. yetişmeye çalışmaktan, istediklerimi ertelemekten ve daima gerçekçi olmaktan. al işte ilk reddinide aldın bugün. ne sanıyorsam; havada kapıcaklar sanki beni. daha bunun tofılı var, gresi var, personal statemıntı var; var oğlu var. ve inanır mısın düşünürken bile yoruluyorum. yapmak istemiyorum ama gitmekte istiyorum. neden tanrım neden içimde devamlı savaşan iki bilge var. iyi ve kötü demiş insan oğlu buna yıllarca. evet evet her izlediğim filmde de dendiği kafama kakıldığı gibi. tesadüfler olağandır, onları mucizevi kılan seçimlerimizdir. vay be film cümlesi gibi oldu...
Seçimlerim daima doğru tarafta olmuştu mesela lisedeyken. her akşam kendimle savaşırdım; ya dersleri tekrar edicektim ya da oturup televizyon izlicektim. belki tanrının da yardımıyla o zamanlar cnbc-e de bu kadar dizi olmadığından hep ilkini yapardım. sınav zamanı her şeyim tamam olurdu, başarırdım her istediğimi. oo süper demet!! evden çıkmazdım, çıksam 5'te dönerdim. mutsuzdum... ergendim tabii.

şimdi ne yapıyorum? iş ve ev. dışarı çıkmıyorum; çıksam sıkılıyorum. istediklerimi belki cnbc-e yüzünden belki içimdeki bu 'birşey yapmak istemiyorum' tembel tenekesi yüzünden yapmıyorum. tembel bilge her seferinde kandırıyor beni. ağzı çok iyi laf yapıyor şerefsizin.
ve iç saatim devam ediyor döngüye; yapmadığım için kızıyorum kendime, kendime kızdıkça dağılıyorum, dağıldıkça kafayı dağıtmak istiyorum, kafamı dağıtıp zaman öldürdükçe, suçluluk duyuyorum.. en başa çoktan döndüm bak. içimdeki bu devamlı suçluluk hissi bundan dolayı işte. süper demet olamamaktan, olup olup öldürüyorum kendimi oysa; devamlı daha fazlasını istiyorum. isteklerim bitemiyor. bi memnun olamıyorum. niye? çünkü 'iyi' 'çalışkan' olmanın sınırı yok. oysa 'kötüyü' seçmek tembelliği seçmek çok çok kolay... ah birde vicdan azabı olmasa...

söyle bana demet; içindeki bir milyonuncu ses bile yapma derken sen neden hala böyle takılmaya devam ediyorsun? istediğin bu değil biliyorum. bal gibi biliyorum, adım gibi biliyorum. en başından beri hayatının; bir şeyler yapmak istiyorsun, çalışmak, üretmek, bir kitabı yutarcasına sömürmek, bilim insanı olabilmek, tanrım gerçekten kendi kendimi tatmin edebilmek istiyorum: bilgiyle-hayalgücüyle-yetenekle-çalışmakla-içki içmekle-film izlemekle...
vicdan azabından kıvranmadan, çalışmaktan geberecek hale gelmeden...
içimdeki bu meydan savaşı daraltıyor beni. haaalaaa daraltıyor...

2.ii.2010

Pazar, Ocak 31, 2010

Kitle İmha

İster uzun menzilli bir silah ya da bir intihar bombacısı
Hasta kafalar kitle imha silahıdır.
İster Sun’da göreyim ya da BBC1’de
Yanlış bilgilendirme kitle imha silahıdır.
Bir beyaz da olabilirsin, fakir bir asyalı da

Irkçılık kitle imha silahıdır.
İster enflasyon ya da küreselleşme
Korku kitle imha silahıdır.

Babam odama geldi, elinde şapkası,
Gideceğini biliyordum.
Yatağıma oturdu ve bana bazı gerçekleri anlattı.
“Evlat, beni çağıran bir görevim var
Sen ve kız kardeşin cesur olun, benim küçük askerlerim
Ve sana anlattıklarımı unutma
Artık evin reisi sensin, bunu aklından çıkartma
Her sabah uyandığında annene bir öpücük ver”
Annemi gör kaplarından öperek uyandığım sabah

Vedalaşmak zorunda kaldım
Yalnızca bir çocuk olmama rağmen,
Kimi gerçekler aşikârdır.
Annem zorla kucakladı beni
sanki altındanmışım gibi

Ama annemin hikâyeleri anlatılmadan saklı kaldı.
“Anne her şey çok güzel olacak ” dedim,
“Bu akşam babam eve geldiğinde!”

İster Halliburton ya da Enron ya da bir başkası olsun
Açgözlülük kitle imha silahıdır.
Gelen şeylere karşı cesur olmalıyız.

Tepkisizlik kitle imha silahıdır
Tepkisizlik kitle imha silahıdır
Tepkisizlik kitle imha silahıdır

Benim hikâyem burada bitiyor, açık olalım
Bu senaryo her yerde oluyor.
Ve hiç kimse nirvanaya ulaşamıyor veya daha ötesine
Öncekinden çok daha dramatik bir şekilde,
Buraya geri döneceksin, karmana, gerçekten.
Yüzlerce yıldır birisinin
Bizi özgürleştirmesini beklemiyor muyuz?
Daha sonra da uzaklardaki insanların
Bizim gibi acı çekmesini görmezden geliyoruz.
Kötü liderlik ve ego başıboş ve serbest
Ki onlar insanlara örnek olmalılar.
İyi insanların ibadet Tanrı’dan her şeyi
Düzeltmesini beklemelerine ihtiyacım yok!
Sadece şu an var, bir şey yap.
Çünkü babanın bu gece gitmesini istemiyorum.

İster uzun menzilli bir silah ya da bir intihar bombacısı
Hasta kafalar kitle imha silahıdır.
İster Sun’da göreyim ya da BBC1’de
Yanlış bilgilendirme kitle imha silahıdır.
Bir beyaz da olabilirsin, fakir bir asyalı da
Irkçılık kitle imha silahıdır.
İster enflasyon ya da küreselleşme
Korku kitle imha silahıdır.

Tepkisizlik kitle imha silahıdır
Tepkisizlik kitle imha silahıdır
Tepkisizlik kitle imha silahıdır

Çarşamba, Ocak 27, 2010

ev-iş-ev-iş-ev

bir üçgen bile değil.

bir doğru üzerinde gidip geliyorum.

derya'ya.