Salı, Mart 06, 2012

...saatler geçiyor. yaşadığın gezegende her ne yapıyorsan, kafatası zırhının derinliklerindeki o vıcık vıcık kıvrımların içinde ‘bir yerlere’ yaptığın her şey kaydediliyor. duyguların, vücudun, sesler, anlamlar, kokular, her şey. birbirlerine neredeyse dokunacak elektrik kaynakların, küçük cızırtılarla birbirleriyle iletişim kuruyor. duyu organlarınla çevreni ölçüyor, sonra anlamak için bir süreç yaşıyor, sonra anladıklarını anlamadıklarınla beraber bir birliğin içerisinde kaybediyor. genelde anlamadıkların daha açıkta duracak ve gözüne daha sık batacak şekilde düzenleniyor. işte bu depoda, kendini sımsıkı hissediyorsun. dopdolu. ve her daim hazır. çok hızlı ilerleyen bu mekanizmanın, çevresel birçok etkenle uyarılmasından, değişmesinden ve dönüşmesinden memnunluk duyuyorsun.
Ama sonra aniden elektriksel her tip devrede olan hatalar seni buluyor. ateş, kimyasal madde, darbe. Toplulukta yaşamanın bir sonucu olarak belki de, hasta oluyor, ateşler içinde yanıyor ve elektrik devrelerini yakıyorsun. Birini görüyor, aşık oluyor, iletkenlerini kimyasala boğuyorsun, iletkenlerin işe yaramaz iletemeyenlere dönüşüyor. sonra O birinin bir yakını geliyor, büyük bir darbeyle zırhını yarıyor, devrelerini oksijenle tanıştırıyorsun.
Karmaşa. ve saatler geçiyor. aynaya baktığında gördüğün ama anlamlandıramadığın bir suratla karşılaşıyorsun. surat kelimesi bile yabancı geliyor. yabancılaşmak. ama tam anlamıyla, her maddeye, her nesneye, her duyguya, en çokta suretine.
o çok sevdiğin gezegeninde ayna dediğin o tuhaf icatla kendim dediğin o yapay et yığınına baktığında, ben ya da sen, bilemiyorum, bunu “görüyoruz”. sonra sen yok sayıyorsun bu olayı, siliyorsun belleğinden.
karşımda durmuş dondurma yiyen çocuğun gözlerinde böyle bir yabancılaşma gördüğümde, otostop yaparak harcadığım yaz geliyor aklıma. unuttum dediğim ama unutmadığım o yaz. içimde daima taşıdığımı bildiğim, ama dışarı çıkması için gözlerimi sımsıkı kapamam gereken bir suretler bütünü dışarı çıktığında, gözlerim ben ve belleğim yalpalayarak kaçıyoruz. gözlerimdeki simetrik uyarım kayboluyor ve ben asimetrik bir bükülme ile hem her şeyden büyük, hem de her şey kadar küçük oluyorum. bulunduğum oda hem çok büyük hem de benden küçük olabiliyor, keza. bu asimetrik bütün, zorladığımda benimle kalmak istemiyor, ama kalıyor. o bütün yaz, işte ben o ince hatta yürüyerek, kaybolmadan ve kaybetmeden, kopuk kopuk bir sürü anı biriktirdim. Bünyeme dair. harap olmuş gemime, unutulmuş gizemlere ve parlayan gezegenime dair.
sen, kendi gezegeninden oturmuş saatleri sayarken, ben burada sana kısa ama aslında oldukça şişman bir yaz mevsimi anlatacağım. ama dediğim gibi, zorlamadan seni fakat kaçmana da izin vermeden.

Hiç yorum yok: