Perşembe, Mayıs 19, 2011

Kirada oturmanın en güzel yanı budur işte.
Zillerde, kapılarda adının yazmasına gerek yoktur. Senden önce oturanın kimliğine bürünürsün; olur biter. Hiç bir yere ve hiç bir şeye bağlı değilsindir. Kirayı ödemezsen kovulursun, evi beğenmezsen çıkarsın, komşuların şikayet ederse siktiri çekersin. Adına apartmanca karar çıktığında “elveda, zaten sizi hiç sevmemiştim” dersin; olur biter. Bir şeye bağlı olmamanın o gizli çekiciliği. Özgürlüğü o kadar ikna edicidir ki, kemiklerin ağrır senden alındığında. Ah o tatlı, sarhoş edici özgürlük... Hiç kimseye bağlı olmamanın verdiği o acımtırak tat. Kapıları vurusun, televizyona kafa atarsın, avazın çıktığınca ağlarsın; kimse sana kızamaz, çünkü yoktur çevrende kimse. Kimsesizsindir. İçin açılır her defasında. Yalnızlığın ve özgürlüğün kalbini doldurur. İhtiyaç isteği, ayaklarının altında ezilir. Susmak, gün boyu susmak. Ve duvarlara bakmak. Ve ağlamak. Ve gülmek. Yalnız ve özgürken daha anlamlı. İç sıkıntılarını atmak için bağırdığın yastığın, sonunda gene yastıktır. Biraz hırpalanmıştır, biraz dağılmıştır ama yastıktır işte. Üstelik bir değeri de yoktur. Yani o yastık olmadan ağlayamam ulan demezsin. Yastık nesnedir, önemsiz bir teferruattır. Hiç bir yere bağlı olmadan, gökyüzündesin. Bir uçurtma kadar özgürsün. Ancak o kadar özgür olabiliyorsun. Olabiliyoruz.

Güneş batarken, gözlüklerini taktı. Bir camekandan dışarıya bakıyordu şimdi. Okyanus kadar mavi, vanilya kadar beyaz gökyüzünde rengarenk uçurtmalara bakıyordu. Sanki uçan melekler vardı etrafında. Rengarenk melekler. Yemyeşildi kırlar, yağmurdan nasibini almıştı her bir ot parçası, büyümüş irileşmişlerdi. Sağına döndü, bu ufak çerçevelerden etrafını göremiyordu. Döndü ve dalgaların kayaları dövdüğü o ufuk çizgisine kilitlendi bakışları. Uzun zaman olmuştu denizle konuşmayalı. Boşlukta sesinin yankılanışını seçemeden, uzun uzun cümleler kurmayı özlemişti sanki. Ama şimdi yapamazdı, gereğinden çok üzgündü bugün. Ağlayamayacak kadar kırıktı organları. Midesi asabiyetten asitlenmişti. Buruk bir yanık tadı vardı ağzında. Kırıktı. Dalgındı. Denizin o mesut eden sesine martı çığlıkları karıştığında, işte en çok o anlarda dalgınlığından sıyrılıverirdi. Ne yaptığını, ne halt yediğini hatırlardı. Gene öyle olacaktı, olduğunda dizlerinin üzerinde hıçkırıklara boğulacaktı. İçinde durdurak bilmeyen suçluluk duygusuna yenilecekti. Öldürdüğü tüm duyguları açığa çıkacaktı. Yiyip tüketeceklerdi Onu. O. Bir camekanın ardından dünyayı kavramaya çalışan, her seferinde tökezleyen, kurumuş, tükenmiş, yanmış ve özgürlüğünü duygularına satmış insan parçası.

Bir evde oturmanın en sıkıcı yanı evini paylaşmak zorunda olduğun canlılar bütünüdür. Eğer gerçekten yalnızsan, hiç ama hiç bir sıkıntısı kalmaz dünyanın. O mekana göbeğinden bağlı değilsindir, elinden alınsa yenisini bulursun. Önemli olan sana ait bir kara parçasının olmasıdır. Özgürlüğünün tadına varacağın bir kara parçası. İster bir kulübe, ister bir gemi, ister bir apartman dairesi. Sesinin duyulmadığı, kimsenin karışmadığı bir yerdir özgürlük hayalin. Bir yere ki duyguların gereği yoktur orada. Öküz gibi yaşayabilirsin. En fazla ağlamak için açarsın ellerini, ya da ağız dolusu gülmek için. Diğer her şey, zamanın üstünden geçmesiyle, silindirin altında ezilen kediler kadar çığlıksız, şüphesiz ezilirler. Kahrolası üzüntüler kederler ölürler, bomboş bir iç bırakırlar insandan geriye. İşte tam o noktada, aşkı ve sevdayı anlayıverirsin. Bencilliği algılarsın. Sınır çizgisidir işte tam orası. Araftır. Ne seversin ne sevilir; ama en önemlisi umurunda değildir hiçbir şey. Dünyayı algılarsın, çevrendeki insanları tartarsın. Evin kapısı çalıp, alkol veya sigara gelene kadar bu şekilde uyuşturursun zamanını. Algıların o kadar açıktır ki, kararlar verirsin gelecek için. Başkalarının duygularına isimler bulursun. Beyin fonksiyonlarını yavaşlatmak için bir çıkışın yoktur içmekten başka. Özgürlüğün baş belasıdır, düşüncenin biteviye ertelenişidir alkol. En sevdiğimdir. En sevilen.

Dalgaların her çarpışında yüreğinin biraz daha ufalandığını hissetmesi eskisi kadar çekici gelmiyordu. Duygularını unutalı çok zaman olmuştu. Bir adam olmak için gereğinden çok düşünceli, bir kadın olmak içinse gereğinden çok erkeksiydi. Karar verememişti bir türlü. Bu Oydu. Yarı yarıya. Tanımsız. Ama kaybedip duruyordu sırf bu yüzden. Bunca zamandır Onu düşünüp duruyordu, kendinden nefret eder olmuştu. Güçlü duygular öldürüvermişti karasızlığını ama ne yapacağını bilmiyordu. Kaybediyordu. Hiçbir şey doğru değildi. Elindeki tek şey kendisiydi ve kendisiyle yaşamak istemiyordu. Buna inanmak istemiyordu ama kaybedişi ile içindeki dişiliği ölüyordu. Taa derinlere çekilip duruyordu. Artık kimsenin istediği gibi bir olmazdı. Olmasındı da zaten. Tuzlu su yüzündeki çillere değdikçe yeni çiller oluşuyordu sanki yüzünde. Sessizce, derinlerden iç çekti. Sesi yankılandı. Duygularının çılgın istekleri belirdi zihninde. Yağmur yağmaya başlayacaktı birazdan, yeşillik önce griliğe bürünecek, güneş geri geldiğinde yeşil olduklarını hatırlatacaklardı. Hep aynı şey olmaz mıydı zaten? Bir döngü gibi her şey devamlı aynı biçimde tekrarlanmaz mıydı? İşte aynı bunun gibiydi şu andaki duyguları. Yarın hepsi silinecekti. Şimdilik bunlara katlanması gerekiyordu. Geçecekti. İçinde doğmuş her aşk gibi yitip gidecekti.

Alkol hatırlatır sana kaybettiklerini. Söyleyemediklerini. Yaşayamadıklarını. O yüzden özgürlüğün baş belasıdır. Özgürlüğün yan etkilerini gösterir sana, aynı vücudunda yan etkiye yol açan ilaçlar gibi. Anlayamadan kusmaya başlarsın her şeyi. Unuttuğun, sildiğin yüzler istemedikçe gözünün önüne gelir. Gidemediğin her cenaze sanki yanına gelmiştir. Her diş fırçaladığında aklına gelen insanlardı onlar, belli anıları vardır hayatında. Silemediğin ama alıştığın anılar bırakırlar sende. Onlarla sen sensindir zaten. Kıpırdanıp durur hüzün içinde, çevrene saçılır. Yalnızlık dağlar yüreğini ama hoşuna da gider bir yandan, çünkü sen öldüğünde sende bu izleri bırakacaksın bir kaç insanda, onlar ölmeden unutulmayacaksın. Kahpe bencilliğin yüreğini ısıtır. Ah dersin, keşke O bilseydi hissettiklerimi. Bilse bir şey değişir miydi? Saklamak en az bencilce şey mi yoksa korkaklık mı? Acaba bu kendime yaptığım en büyük kötülük mü? Keşke, acaba ile yaşamak öldürmüyor mu beni? Sevda, yüreğini sardığında en iyisi konuşmak mı, yoksa susmak mı? Bencillik mi doğrusu, yoksa aptal bir korkaklıkla saklamak mı? İşte alkol korkaklığı sakladığından, o an seni tarifsiz çaresizliklere vurur. O ölmüştür çünkü, sözlerin ancak boş bir denizde, zirvesiz bir dağda ya da yıldızsız bir gökyüzünde yankılanır. Sana geri döndüğünde dizlerinin üzerinde bulursun kendini. Ağlarken.

Sözler fütursuzca etrafında akıp giderken, fonksiyonsuz duygularını içine
gömmeye karar vermişti. En baştan başladı. Gidip kendini doğurdu.

Hiç yorum yok: