Cuma, Mayıs 06, 2011

Bölüm 3

Sabah ezanı okunuyordu, bir aydınlanma sonlanıyordu. Mahseni andıran bodrum katından tek parça olarak çıkıyordum. Bu, yıllar sürecek bir geleneğin ilkiydi. Mutluydum, şaşkındım ama nedense en çokta gururluydum. Onlar tarafından seçilmiştim çünkü. Bu nerden baksan çok önemli birşeydi.
Ezanlar. Arapçada ve kadim dilde anlamdırıldığında çok farklı anlamlara gelir. En önemlileri; sabah ve akşamdır. Özellikle akşam. En kısası, en kestirmesidir. Akşam namazıda kısadır, tuhaftır. Önce farzı kılınır. Hızlıca. Sonra sünneti kılınır, zaman kalırsa. Kıyametin akşam ezanından sonra kopacağı kazınır Kuran kursuna gitmiş her faninin beynine. Bu yüzden kısa ve acısızdır zaten. Oysa gerçekte, bir kaç uyarısıdır O. Kadim dilde dinlenirse. Gece gelenler, Kan içenler gelmektedir. Çabuk olmalıdır herşey. “İbadetini yap, duanı et ve kaç”tır kısa anlamı. Unutulmuş anlamı.
Teravihler son duraktır. Korunaklı; kana susamışların terk ettiği şehirlerin insanlarının korkudan kaçmak için uydurdukları ibadetler. Kimbilir belki Yaradana şükürdür, insan olarak kaldıklarından; belki de yakarıştır ellerinden alınanlara. Tam çıkaramıyorum. Yazılanlar çok karışık bu konuda. Ama bir birliğin kurulması için oldukları kesin. İnsan birlikleri olduğunu düşünmek ise kişisel tercihimdir.
Tercihler. Benim tercihim Onlardan biri olmamaktı. Belki tercihi sorulan ilk insan bendim. Onlar hakkında Onlar kadar şey biliyordum, ama Onlar gibi olmak istemiyordum. Saygı duydular buna. İnanamadım. Çünkü nefes almak kadar kolaydı insanların yem olması. Gözlerimin önünde içilen iki insan görmüş olmak yeterdi kanıt olmaya. Hoş her “içilen” değişmiyordu, ama sonuçta içiliyordu.
Ketamin ve LSD karması bir bombayla uyuşturulmuş insancıklar, hem hayatlarının en uçuk dakikalarını yaşıyor hem de bir miktar kan kaybediyorlar; bense bir psikopat gibi elimde kalem her şeyi not etmeye çalışıyordum, işte seçilmiş olmam bundan kaynaklanıyordu. Her zaman özel hissetmek pahalıya patlar zaten. Süt beyazı, kısa siyah saçlı vampirimle buluştuğumuz noktadan şimdiki noktaya gelinceye kadar, 2 insan fark etti bizi. Çünkü farkedilmek istendik. Öğreniyor, gözlemliyordum her şeyi. Çünkü “kanıtlanıyordu” sorularım, muhteşem İstanbul ağzıyla konuşan ve adının Lebriz olduğunu öğrendiğim vampirim. Uyuşturma vampir beyninin muhteşem karışımı, özel bezlerinin salgısı.
Salgılar, hormonlar yönetmiyor mu zaten dünyayı? Cevabının kocaman bir evet olduğunu öğrendiğimden beridir korkar oldum, titreyerek sorduğum soruların her biri cevaplanırken uyuşmamak için, daraltıdan, bulantıdan, kusma isteğinden kurtulmak istediğimi dillendirdim. Sararmış kağıtlar tutuşturdu elime, Lebriz. “Al bunları, aktara git ama o her şeyi satanlara değil. Sirkeci’deki Mısır çarşısında Turkuaz aktarına git. Harfi harfine uygula bunları. Her sabah bir bardak iç. Sonra yavaş yavaş azalacak etki, merak etme” dedi kısık, tok sesiyle. Onu o anda ne kadar dinledim bilmiyorum, çünkü kim bilir belki ağzının etrafındaki kan izlerinden belki de salgıladığı yoğun kokudan etkilenmişti beynim iyice. Allak bullaktım. “Tamam” dedim sessiz ve tiz sesimle. Dokunsan ağlayacak kıvamdaydım. Elimdeki sararmış, kurumuş kağıtlara bir göz attım; Osmanlı tuğrası altında fetva kıvamında yazılmış onca “Osmanlıca” bitki ismine baktım. Anlayamadım.
Okuduğum onca hikayenin doğru olduğuna da inanamıyordum zaten. Olağandışıydı her şey. Ellerimle bedenimi yokladım, etrafıma baktım. Belki de hepsi bir rüyaydı. İyi kurgulanmış bir rüya. Belki de beynimin bir oyunuydu hepsi. İyi dağıtılmış rolleri taşıyabilen aktörlerce kandırılıyor da olabilirdim. Asla bilemezdim tabii o gün, her şeyin doğru olduğuna. Şimdi dönüp baktığımda, beni neyin devam etmeye zorladığını da bilmiyorum zaten. Hormonlar sanırım, evet evet kesin hormonlar...
Lebriz, afalladığımın elbette farkında olarak elini omzuna attı. “Sen özelsin, bazı şeyleri belki hiç anlayamayacaksın ama anlamaya çalışan belki ikinci insansın şu dünyada. O yüzden sana bu zülfikarı armağan etmek istiyoruz. Klan olarak sana hediyemiz bu. Yıllar yıllar öncesinden bize bir insandan kalan kıymetli bir koruyucu olsun sana. Sen artık bizden birisin. Yani tam olarak bizden olmasan da” dedi suratında hafif bir gülümsemeyle karışık gururla. Bir kolye ucuydu bu, zincirine lehimli armağanı kıvrak bir hareketle arkama geçerek taktı. Sonra yüz yüze gelerek donuk büyük gözlerini bana çevirdi. Beni alnımdan öptü ardından da zülfikarı. Karşımda şimdi eski bir aşka özlemle bakan bir kadının suratı vardı. Duyguları vardı işte, derinlerde bir yerde büyük, kocaman, ulu ve gerçek bir özlemi vardı.

Hiç yorum yok: