Pazar, Ocak 30, 2011

Kimbilir kaç gecedir uykusuz bir şekildeydi;
uykusuzluk o kadar yoğundu ki; 3 gün kesintisiz uyusa, geçmezdi bu özlemi.
Sessiz sakin gürültüsüz bir evde olmak için herşeyini verebilirdi.
Kendi gibi büyümemiş, büyütülmemiş insanlarla olan münasebeti, yoruyordu bünyesini.
Ne özgürdü, ne bencil ne de dürüst.
Kapıları hızla kapamak isterdi,
suratlarına haykırmak isterdi bencilliklerini-öğretilmiş dogmalarına göre bencillerdi-
yüzyılın başlarında bu kadar muhafazakar olması hiç çekilir değildi.
herşey hakkında biraz olsun fikri vardı ve kendi ve kendiyle ilgili sorunlar yerine buları konuşmayı yeğlerdi.
İnternetin zaman yiyen bünyesinden arınmak istedi; arındığında yalnızlaştı.
Sanki insanlarla arasında buzdağları vardı;
önce kendi soğukluğundan sandı bunları; sonra anladı;
Bilgi alma yolları farklılaştıkça, düşünme yolakları farklılaşıyordu.
Onun gibi yerine bunun gibi düşündükçe yalnızlaşıyordu.
hah; yeni keşfine keyifle güldü.
İnekliğine, bilimkurgu sevgisinin tsunami etkisi yapan heyecanına güldü; Ona gülen insanları anlayarak kendine güldü.
İçindeki ağlama isteğine boyun eğmeden, başı dik, kıçı açık güldü.
Uğradığı, kişisel alanına saldırılara, bedenine hakaretlere, yüzündeki sıkıntı çizgilerine güldü.
Ve evet, delirmiş gibi güldü hepsine.
Çünkü anlayamıyordu onları, ama bir şekilde de olayların neden böyle olduğunu; neden böyle hissettiğini eşşek gibi biliyordu.
Kendini suçlamak, boşuna bir arayıştı; insanları suçlamak harcanmış zamandı.
Herşeyi bırakıp gitmek istedi;
kayıpların şehrine, belleklerde bir iz bırakmadan gömülmek istedi kitapların sayfalarına.
Kalbi durmadan kırılırken bir insanın, durduramaz kendini. Ölmek ister devamlı.

İşte o anda içeri giren bir adam;
belleğini ele geçirmek istedi;
kendiyle ilgili tüm hayalkırıklıklarını silmek istedi, elinden tuttu Ona dünyayı, çimeni, ağacı, koşmayı, bisikleti gösterdi. Sevebilirdi herşeyi; bu kırıklıklar yerine yeni arayışlar koyabilirdi.
Çekip başka bir ülkeye gidebilirdi, yeni bir dil öğrenebilirdi.
Şimdi beyninde dönen tüm kelimeleri silebilirdi.
Bu adam,
örgü ören teyzesi, başı açık babannesi, durmadan tüküren komşusu, burnunu silen grip ve oldukça garip babası, temizlik delisi annesi, saçları örgülü kardeşi, yemek pişiren annanesi oluveriyordu. Hepsinin belirli bir sıfatı vardı kendince; onunda olmalıydı. Disiplin denen şey Ona, o küçülmüş özgüvensiz benliğine yeni pencereler açabilirdi...
Öyle bir adamdı ki O;
her gün görebiliyordu onu;
İstediğinde konuşabiliyordu;
her ihtiyaç duyduğunda yanında bitebiliyordu;
Sarıp sarmalıyordu yaralarını,
terk edip gitmiyordu, herkesten farklı olarak.
Beyaz önlüklü adamların yanındayken ortaya çıkmıyordu bir tek; bahçesi geniş, yemyeşil hastanesinde bir tek orada bulamıyordu O; hayatının erkeğini. İlaçlarını yutuyordu hergün; bir yeşil, bir mavi. Kırmızılar geldiğinde silinip gidicek gibi oluyordu silüeti. Başı dönüyor midesi bulanıyordu. İşte ancak O zamanlarda, davullar çalmayı bırakıyor, etraf sessizleşiyor, konuşmalar anlamsızlaşıyordu. Bir tek o zamanlarda erkeği, biriciği pencerenin yansıyan kısmından Ona bakıyor, sevdiğini söylüyordu. Filmlerdeki gibiydi; romantikti. Özeldi. Hiç silinip gitmeyecek gibiydi. Gerçekti; hayatındaki herşeyden daha gerçekti; daha dürüst.
Bahçeye açılan O kapıdan çıkmak istese, durdururlar mıydı bilmiyordu;
ama pencerenin diğer tarafına geçip baktığında; Ayna etkisi yaptı herşey. Orda kendini gördü, Kendini buldu. Ölüme saygı duruşunda, Erkeğinin kendisi olduğunu anlayıverdi. Hastanenin kendi zindanı olduğunu da. Ölüverdi.
Bir kapı kapandığında açılan O pencere kıçına kaçıverdi.
Atladı, Öldü, Gömüldü, Unutuldu.

1 yorum:

husohuso dedi ki...

like!