Salı, Eylül 25, 2012

bomboş

Aklımda hiçbir şey yok aslında. Ne yazmak istediğimi bile bilmeyerek oturdum ekranın karşısına.
Her zamanki gelgitlerim ve ben, bambaşka bir ülkedeyiz sadece.

Çok değişik insanlar var etrafımda. Çok farklı kültürlerden gelen, bambaşka dillerde konuşan...
Bu insanların arasında kayboluveriyor insan. Hele bir de dil öğrenmeye çalıştığında, kesinlikle yok oluyorsun. Bu bütünsellikten uzak, ruh ve beden durumda birilerine sarılma ihtiyacı duyuyormuş insan. Birileri veya bir şeyler. Mesela bazı insanlar burada, gezmeye adıyorlar kendilerini, bazıları içmeye ve dans etmeye, bazıları ders çalışmaya, bazıları arkadaş edinmeye, bazıları konuşmaya... Bu insanlar arasında etiketleme yapıyorum çoğunlukla ben; çünkü evet insan 'sistematik' bir varlık. Her şey daha kolay oluyor zaten öyle. Yoksa bambaşka kültürlerin arasında eriyip gidiyorsun.

İnternet bundan keşfedilmiş olsa gerek, yalnızlığın bir çaresi gibi, seni her şeye bağlayan ama aslında daha da yalnızlaştıran bir araç. Tabii ki yanlış kullanıldığında. Mesela bu günlerde ben oldukça yanlış kullanıyorum bunu. İnsanları görüp iki kelime etmek ve dedikodu yapmak için harcadığım mesaiyi ciddi anlamda yapıcı şeyler için harcamış olsaydım, almancayı şakıyordum herhalde şimdi. Elbette insan bunu isteyerek yapıyor. Çünkü hem kolay hem de rahatlatıcı. Ama, bir de aması var bu olaylar bütünün. Birini gtalk'ta beklemek, yıllar önce gelen maillerine bakarak 'ah ah' çekerek harcayıp bitirdiğim Göttingen vakitlerimde mesela, bir tandem arkadaşı edinebilirdim bence. Ya da ödevlerimi bitirip rahatça film izleyebilirdim. Ya da sadece orman görüntüsüne bakıp düşünerek harcayabilirdim bu zamanımı. Ama işte, dedim ya, yanlış kullanıyorum ben interneti... İnsanların hayatlarından bana zaman ayırmalarını bekleyip, ekranın karşısında oturup duruyorum. O sürede saatler geçiyor, gözlerim ağrıyor, çeşitli sitelerde resimlere bakarken beynim boşalıyor. O insanlar fark etmiyor aslında kendinden ne kadar verdiğini. İsteyerek bir ikileme sürüklendiğini. Gitgide ekrana konuşan takıntılı insanlara dönüştüğünü veya aslında yazarken veya konuşurken artık odaklanamadığını bilemiyorlar bu 'kişiler'.

Kapkara bir benlik çiziyorum şimdilerde kendime. Belki özgürlüğün ve bu saçma internet gezginliğimin son günleri bunlar.
Artık daha yapıcı olmaya karar verdiğimden, değiştirmedim mi ben bu hayatı? Arkamda izler bırakarak ama bir şeyleri peşimden sürüklemeyerek gelmedim mi ben buralara? Hep bir 'çevreden ötürü' kalıbı vardı bünyemde, daha önce yazdıklarım gibi, mutlu olmak için dizilerim vardı. Ama değiştirmek istedim ben bunu. Aklımla daha fazla yalnız kalmak istedim çünkü. Ölen her beyin hücremle beraber köleleştiğimi ve yalnızlaştığımı fark edeli uzun bir zaman oluyor. İşte bu yalnızlıktan sıyrılırken ben, yanında bir yol arkadaşı aradım durdum. Bulduğumu sandığım her 'arkadaşımla' daha da yalnızlaştım ve kabuğuma çekildim. O yüzden bu konuşmalarım. İnternet çöplüğüne içimdeki çöplüğü atma isteği. O yol arkadaşları yerine koyduğum binlerce farklı 'şey' var belki artık, ama işte bir insan sevgisi gibi olamıyor bir türlü. İçimdeki bu çöplük yüzünden belki, kalmıyor bu insanlar yanımda. Koşar adım uzaklaşıyor, kaçıyorlar benden. Ne tuhaf. Çelişkili gibi görünse de gözüme, aslında değil bu sonuçlar. Ben arayışımı tamamlarken, yanımda birini aramam belki de en baştaki yanılgım. Düşünmeden ve arzulamadan yaşamak lazım. Bir yol arkadaşı gelince, geliyor sonuçta. Doctor Who'nun Pond'ları gibi bitiveriyor yanında, ya da sen onun yanında bitiveriyorsun. Yardımlaşıyor ve bütünleşiyorsun. Zamanla, adım adım... Katlanmak, alttan almak, zaman ayırmak ve saygı duymak; ilişkinin belki de ana damarları oluveriyor ve sen farkına varmadan ve sıkılmadan yapıveriyorsun zaten bunları. İsteyerek birini beklemek ya da isteyerek birini kendinden çok sevebilmek, hayatın değişirken o birini merkezde tutabilmeye çalışmak. Yolculuk sever insanlar, anlarlar mı bu 'önemsemenin' büyüklüğünü? Zaman ve mekan değişirken bazı şeylerin sabitlenmesinin aslında, zaman-mekan kavramının algılanmasında bir etmen olduğu gerçeğini görebilirler mi? Sevginin büyüklüğü tartışmasının veya dürüstlüğünün sadece acı sakızlar gibi tekrarlandığında daha da verimli olduğunu ama aslında tükürülüp atılması gereken bir humma olduğunu kavrayabilirler mi? o sakızları her tattığımda dilimde oluşan uyuşukluğun bir 50 misli var şu anda üstümde. Kalbim yerinden sökülmüş gibi, beynime kan pompalıyorum. Mantıkla çözülen her 'sorun' gibi, her sorunun bir 'mantığı' olmalı mı gerçekten? nedeni ve sonucu da zaman-mekan yaratmıyor mu hakikatten? "Sen bunu dedin, şurada ve bu vakit, oysa ben sana bunu yazdım şu zaman ve o mekanda..."

Gökyüzünde karanlık yağmur bulutları çekilirken, güneş doğar ya hani, sonra gökkuşağı çıkar ortaya. işte ben o gökkuşağını gördüm gibi hissettim, peşinden koşup, yakalamak istedim. İçim dopdoluyken, sadece daha çok sevmek istedim. Ama bazı kelimelerin içleri bomboş. Söylendikçe artmıyorlar. Her şey zaman ve mekan ama aslında değil gibi de. İnsan içinde taşıyınca kendini, ne vardığı yer ne yaptığı yolculuk kar etmiyor. Ama işte her yeni başlangıç bir umut veriyor.

Belki artık umutlanmanın vaktidir. Belki de vakit çoktan geçmiştir.

demet.
Göttingen Eylül

Hiç yorum yok: